Hepimiz biliyoruz artık. Kemer meydanında bir heykel var. Heykeltıraşı Zafer Sarı’nın “Aşk Yağmuru” adlı eseri, Sarı’nın anlatımıyla, erkek eliyle kadını yüceltmeyi, sevgiyle dokunmayı, kadın ve erkeğin birbirini desteklemesini, yüceltmesini simgeliyor.
En azından Sarı bu düşüncelerle yapmış heykeli. Heykel Kemer Belediyesi tarafından yaptırılıyor, Haziran ayında maketi yerel gazetelerde büyük resimlerle yayımlanıyor, kimseden ses çıkmıyor.
21 Ağustos’ta heykelin açılışı yapılıyor, herkes memnun. Kimse "müstehcen", "öyle böyle" demiyor. Sonra birden eski belediye başkanının ve bir grup esnafın da katılımıyla heykelin müstehcen olduğuna ilişkin haberler gazetelerde yer almaya başlıyor.
Eski belediye başkanı Cumhuriyet Halk Parti'li (CHP) Mustafa Gül ile halihazırdaki belediye başkanı CHP’li Hasan Şeker arasında bir atışmadır gidiyor. Şeker heykeli savunuyor. Bu arada imzalar toplanıyor, heykelkarşıtları, söylenene göre 20 kişi bile olmayan bir grup heykeli protesto ediyor.
Son haber ise, heykelin sanatsal değerini araştırmak üzere bir inceleme komisyonu çalışmaya başlıyor. Yeni Kültür Bakanımız da, gayet çekinceli mesajlar veriyor; “halkın hassasiyetleri” falan deyiveriyor...
Haberlerde, Kemer halkının ikiye bölündüğü, heykeli müstehcen bulan heykelkarşıtları ile heykeli beğenen ve olduğu yerde kalmasını isteyen "heykelyanlısı" gibi bir saflaşmışlık havası esiyordu.
Gittik, yerinde gördük ki, heykel, sanki Kemer meydanına değil de, Kemer’deki politik çıkar sürtüşmelerin meydanına yerleştirilmiş. Bakın eski Belediye Başkanı Mustafa Gül, neler söylüyor: “Burası Atatürk Caddesi, yakışıyor mu buraya bu müstehcen heykel? Hem yarın Ramazan başlayacak, şu ilerde okul var, çocuklar geçiyor...”
Bir dahaki yerel seçimler için "heykel" kozu...
Gül’ün "fikirsalatası" tadından yenmeyecek kıvamda. Mustafa Gül, Milliyetçi Hareket Partisi'nde (MHP) başladığı siyasi kariyerini hiç sürprize yer vermeyecek şekilde CHP’den devam ettirmekte.
Ve tabii, bir buçuk yıl sonraki yerel seçimlerde gövde gösterisi yapmaya hazırlandığından her fırsatı kullanıyor. Heykel de Gül’ün yeni oyuncağı.
"O kadar çağdaşım... "
Peki Kemer meydanı ve çevresindeki esnaf ne düşünüyor? Mustafa Gül gibi düşünen bir market sahibi kadın, konuşmak istemediğini söylüyor, ama onun yerine bir tanıdığı konuşuyor: “Ben yani o kadar çağdaş bir insanım, aslen İstanbulluyum şimdi burada oturuyorum, yani bu heykel olacak şey değil...Ki bakın o kadar da çağdaş bir insanım."
Bu çağdaşlık anlayışı Cumhuriyet mitinglerinin, muhtıranın yanında durmaktan kendini alamayan çağdaşkadınlarını nasıl da andırıyor... Hatta meraklanıyorum, acaba şuracıkta “heykel karşıtı bir Cumhuriyet Mitingi” düzenlensin ister mi diye.
Esnaf öyle ikiye bölünmüş falan gibi durmuyor. Konuştuğumuz esnafın büyük bir kısmı heykeli güzel bulduğunu, sabah akşam herkesin heykelle fotoğraf çektirdiğini, meydana yakıştığını ve kesinlikle kalmasını istediklerini söylüyor.
Örneğin esnaftan bir kadınla konuşuyoruz. Kadın "heykelin sevgiyi temsil ettiğini, bunun da kendisinin çok hoşuna gittiğini" söylüyor. Müstehcen bulup bulmadığını sorduğumda “Siz bana baktığınızda ilk önce türbanımı mı görüyorsunuz yoksa beni bir insan olarak mı algılıyorsunuz” diye küt diye yapıştırıyor cevabı.
Bu tablo içinde bence önemli olan heykelkarşıtı ya da heykelyanlısı olanlardan çok “yorumsuzlar”. Böylesi bir tartışma hakkında bile “lütfen bana sormayın, ben bilmiyorum”, “ben bir şey söylemek istiyorum, büyüklerimiz ne uygun görürse öyle olur” diyen hiç de azımsanmayacak bir yorumsuzlar kitlesi var.
Halk konuşmaktan çekiniyor, konu o kadar siyasileştirildi ki...
Bence bütün bu tartışmanın tüyleri en diken diken eden yanı, bir heykel etrafında gelişiyor gibi gösterilen tartışmanın, alttan altta fazlasıyla siyasileştirilmiş ve insanları korkutarak susturmayı başarmış olmasıdır. Esnaftan konuşmaktan korkmayanları, “millet korkuyor, seçimleri kaybederse bu belediye başkanı yerine gelmesi ihtimali yüksek olandan korkuyor” diyor.
Tüm bu olan bitenden anladığım, ya da malumun ilanı olan, buradaki tartışma, bir heykelin müstehcen olup olmamasından çok, Türkiye’de kamusal alanda yapılan her faaliyetin salt kendi bütünlüğünde ve alanında algılanamayacağıdır.
Kamusal alan açılmak yıkılmaz bir irade ister
Bunun bir uzantısı olarak da kamusal alanda faaliyet gösteren birinin de kendini salt mesleğiyle ya da sanatıyla var edemeyeceğidir. İnsanların, sanatın, çalışmaların karalanması söz konusu olduğunda, aynen Kemer’deki heykelkarıştlarında görülen "fikirsalatası"nın ekşi sosu, bulunduğu yerin tabanına yayılır ve kapı komşularını birbirine düşürmeye doğru adım adım ilerler.
Bu bir film de yapsanız, heykel de yapsanız ya da depreme hazırlık çalışması da yapsanız hiç şaşmadan aynı sonucu verir. Bu yüzden de Türkiye’de sadece sanatçı, sadece yazar, sadece aktivist olmanız yetmez.
Eğer olacaksanız, hepsi birden olup, yıkılmaz bir iradeyle durmanız gerekir. Bu hem entelektüel açıdan hem de duygusal olarak son derece zorlu bir iştir. Çünkü böyle durduğunuzda da bu diyarlarda sizi anlayan pek kimse çıkmaz. Sonuçta bu ülke kamuoyu Orhan Pamuk’un Nobel ödülüne sevinmeyi bile beceremedi. (TS/NZ)