Bütçenin yanı sıra "Savunma Sanayii Destekleme Fonundan" (SSDF) büyük miktarda savunma amaçlı harcama yapılmaktadır. Savunmaya yurtiçinden ayrılan toplam kaynaklar açısından baktığımızda; 1987-2000 döneminde; (ortalama) yüzde 74 oranında bütçeden, yüzde 25 oranında SSDF'den; yüzde l oranında da diğer kaynaklardan harcama yapıldığını görüyoruz. Bu harcamalar da ilave edildiğinde, faiz dışı bütçemizin yüzde 20'sinden fazlası askeri harcamalara gitmektedir.
2001 yılı itibariyle bakıldığında; faiz dışı bütçe içinde toplam (savunma, eğitim, sağlık vb.) personel harcamalarının 17.7'si; toplam personel dışı cari harcamaların yüzde 69'u savunma amaçlı yapılmıştır. (2004 yılında bu oran yüzde 60'ın üzerindedir.)
Bu oranlar, kabul edilebilir oranlar değildir. Zira, çocuklarımızın eğitimi ve sağlığı için yapılması zorunlu olan birçok cari harcamayı erteleyerek veya hiç gündeme almayarak; savunma amaçlı cari harcamalara bütçede yer açıyoruz. Daha acı olanı ise, savunma amaçlı ayırdığımız bu kaynaklan yerinde ve doğru kullanamıyoruz. Büyük ölçüde israf ediyoruz.
Bunun en güzel örneği; Gölbaşı Oğulbey Köyü Özel Kuvvetler Komutanlığı tesisleri inşaatıdır.
1- 106 milyon dolarlık sıradan bir inşaat faaliyetinin içine 300-350 milyon dolan bulacak (Cumhuriyet tarihimizin en büyük) yolsuzluğu sığdırılıyor. Ama kimse fark edemiyor?
2- 106 milyon dolarlık keşif bedeli ile ihaleye çıkılıyor. Tesis için yapılan ödeme, keşfin 5 katına ulaşıyor (650 trilyon TL). Ama kimse ne oluyor demiyor veya diyemiyor?
3- Sadece hayali hafriyatlara ödenen para 64 trilyon TL'dir. Büyük sayılabilecek (250-300 milyon metreküp su depolama kapasitesine sahip) barajlardaki hafriyat eşit istihkakla düzenleniyor. Yine, kimse çıkıp, "bu kadar hafriyat işi olur mu" demiyor.
4- Tesiste kullanılan granitler için yapılan fazla ödeme, 30 trilyon TL'dir. 2001 yılında savunma sanayii ile ilgili yaptığımız toplam AR-GE harcamalarımız sadece 22 milyon dolardır (30 trilyon TL). Ve bu harcamalara devletin katkısı sadece 7.5 milyon dolardır. Dekoratif taşlan, AR-GE faaliyetlerinden çok daha fazla önemseyen bir savunma konseptine sahibiz. Ve bu çarpıklığı kimse dile getiremiyor, tartışmaya açamıyor.
5- Rüşvet iddiası ile tutuklanan müteahhittin; komutanların terfisi ve görevlendirilmesi için en üst düzeyde kulis faaliyetleri yaptığı yazılmaktadır, inşaat Emlak Daire Başkanlığında istediği adamı göreve getirebiliyormuş? İstemediği adamın tayinini çıkarabiliyormuş. (Biz bu tür atamaların, liyakat esas alınarak, yönetmelikler çerçevesinde yapıldığını zannediyorduk.)
Sonuçta; iyi planlanıp, sıkı kontrol edilseydi, 100-120 trilyona bitecek bir inşaat için devlet 650 trilyon lira ödemezdi.
Devletin kaybı 500 trilyona yakındır. 2003 yılı bütçesinde, ülkedeki tüm sağlık yatıranları için ayrılan pay ise sadece 833 trilyon liradır. Ve tek örnek bu değildir. Yine; geçenlerde basına yansıyan Muhafız Alayı'ndaki yolsuzluk olayı vardır. 1997, 1998 ve 1999 yıllarında; Cumhurbaşkanlığının yatırım bütçesi birçok bakanlığın yatırım bütçelerinin toplamından fazlaydı.
Mesela; 1998 yılında Cumhurbaşkanlığı'nın yatırım bütçesi 4 bakanlığın yatırım bütçelerinin toplamından fazlaydı (Adalet, Tanın, Orman, Çevre bakanlıktan). Söz konusu yıllarda, Çankaya Köşkünün bahçesine 150 milyon dolardan fazla yatırım yapıldı. SSK hastanelerinde bir yatağı iki hastanın paylaştığı bir dönemde, Cumhurbaşkanlığı yatırım ödeneklerinin büyük bir kısmı, Muhafız Alayının yatakhanelerinin ve sosyal tesislerinin 5 yıldızlı seviyesine getirilmesi için harcandı. Ve kontrolünü Milli Savunma Bakanlığına bağlı "Ankara İnşaat Emlak Başkanlığı" yaptı. Burada da yolsuzluklar ve fazla ödemeler tespit edildi. İki olayda da ihmali olan Ankara İnşaat Emlak Başkanlığı'nın sorumluluğu altındaki diğer inşaatları usulüne uygun denetlediğinden nasıl emin olacağız? Aynı şekilde, söz konusu inşaatları yapan müteahhitlerin Milli Savunma Bakanlığından aldığı diğer ihalelerin (sadece Ali Ozmen'in aldığı ihale sayısı 7) usulüne uygun yapıldığından nasıl emin olacağız?
Asıl sorun ise başka yerdedir. Zira milyon dolarlık inşaat faaliyetlerinin de yer aldığı yatırım harcamalarının savunma bütçesindeki payı yüzde l'den azdır. Silah alınılan için ayrılan pay çok daha yüksektir. Bu harcama kaleminde 1996 ve 1997 yıllarında çarpıcı artışlar olmuştur (1996'da yüzde 19.8, 1997'de yüzde 24.6). Ve silah harcamaları, en yüksek değere 2001'de ulaşmıştır (Kaynak G.G. Şenesen). Bir askeri bürokratımız hiçbir sivil otoritenin fikrini ve olurunu almadan (hükümet, Meclis); bütçenin ve ülkenin imkanlarını yeteri kadar değerlendirmeden; 25 yılda 150 milyar dolarlık silah alımı projesini başlatabilmiştir.
Beş yıl içinde ihalelere çıkılmıştır. Beş yıl sonra ülkenin silah ihtiyacının daha az olduğu ve söz konusu silahların bir kısmının yurtiçi imkânlarla üretilebileceği tespiti yapılarak, ihalelerin bir kısmı iptal edilmiştir. Ve ülkenin milyarlarca dolan kurtulmuştur. Bu arada gerekliliği bir yana; faydası tartışılır; modernizasyon projeleri (54 F-4E uçağı yaklaşık maliyet l milyar dolar) ve alıp da kullanmadığımız silah sistemleri (tanker uçakların 2 tanesinin milyarlarca dolar harcanıp VTP uçak haline getirildiği iddiaları var) için milyarlarca dolar harcanmıştır. Ve siparişe bağlananlar için de milyarlarca dolar ödenecektir (M-60 tanklarının modernizasyonu 760 milyon dolar; Awacs uçaklarının 1.5 milyar dolardır).
Sonuçta; ordumuzun silah gücünü kayda değer ölçüde artıramasak da; 1997-2001 yıllan arasında silah ithalinde dünya dördüncüsü olduk. Bugün yapılan doğru tespitler 5 yıl önce yapılsa; granit ve mermerler için harcanan milyonlarca dolar, bu projelerin AR-GE faaliyetlerinde kullanılsaydı; bugün bu silahların en azından bir kısmını üretmiş ve ordumuzun hizmetine vermiş olurduk.
Bundan sonra hükümete ve Genelkurmay'a büyük görevler düşmektedir:
1- Askeri ihalelerde, hükümet inisiyatifi ele almalı; ihalenin gerekliliği ve yapılış şeklini kamuoyunda tartışmaya açmalıdır.
2- Askeri ihalelerle ilgili çok vahim iddialar vardır. Suçlanan şahıslar sıradan kişiler değildir. Kuvvet komutanları, orgeneraller dile getirilmektedir. Hatta bazılarının hâlâ görevde olduğu iddia edilmektedir. Bu durumda iddiaların araştırılmasında sivil yetkililer de görevlendirilmeli ve sonuçlar tüm kamuoyuna açıklanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde ordunun itibarı çok ciddi ölçüde zedelenebilecektir. (BÖ/BA)