Bu mesajın dostça olmadığı aşikar. Wolfowitz, Bush yöneyiminin Irak'taki savaşının, çok taraflı kurumlara saygısızlığının ve dünya kamuoyuna karşı genel kayıtsızlığının ana mimarlarından ve sembollerinden biri.
İyi de, bu karar Dünya Bankası'nın geleceği açısından ne ifade ediyor? Burada, Washington'da, Dünya Bankası personeli içinde derin bir dehşet ve keyifsizlik var. Tabii ki, ABD dış politikasının bir diğer aracı olarak görülmek istemiyorlar.
Fakat birçok kişi Dünya Bankası'nın bu rolü ne derecede üstlendiğinin farkında değil. Her şeyden önce, Dünya Bankası'nın politikalarına dayanarak verdiği borçların neredeyse tamamı, Uluslararası Para Fonu'na (IMF) tabi. Yani Banka, çoğu kez, borç alacak ülke IMF tarafından onay görmedikçe borç vermeyi reddederek, borç verme yükünün büyük bölümünü IMF'nin makroekonomik politikalarının arkasına atıyor. Buna karşılık, IMF de neredeyse tamamen ABD Hazine Bakanlığı'nın egemenliği altında. Avrupalılarla Japonlar teorik olarak ABD'ye karşı çoğunluk sağlayabiliyor, ama son 60 yıldır böyle bir şey yapmış değiller.
Bu durum, ABD Hazine Bakanlığı'na bu güçlü alacaklılar karteli üzerinde denetim sağlıyor, zira IMF ve Dünya Bankası, ikisi birden, diğer çok taraflı borç verenleri, zengin ülkeleri, hatta özel sektörü bile IMF/Hazine Bakanlığı tarafından onay görmeyen bir ülkeye borç vermemeye genellikle ikna edebiliyor.
Son yıllarda bu iktidar, Arjantin'in -bu kurumların en çok borç verdiği ülkelerden biri- kartelin blöfünü görüp masadan kazanarak kalkmasıyla biraz da olsa aşındı. 100 milyar dolarlık özel sektör borcunu ödemeyen Arjantin, iki kez de IMF'yi borcunu ödememekle tehdit etti -neredeyse emsalsiz bir meydan okuma eylemiydi bu- ve hızlı büyümeyle ve daha düşük bir borç yüküyle hızla kendine gelerek uzmanları şaşırttı.
Ancak IMF/Dünya Bankası kartelinin birçok gelişmekte ülke politikası üzerinde, hâlâ inanılmaz bir etkisi var. Son 25 yılın kayıtları, bu etkinin muazzam bir olumsuzluk olduğunu gösteriyor: Asya'nın dışındaki düşük ve orta gelir düzeyine sahip olan ülkeler ekonomik büyümelerinde gerçekleşen keskin bir yavaşlamadan mustarip. Gösterilebilecek neredeyse tek bir başarı hikayesi bile yok -Dünya Bankası'nın ve IMF'nin, Çin'de 1980'den beri görülen büyüme atağını kendi başarı hanelerine yazmaları pek zor.
Öte yandan, bu kurumların el attığı her yerde çarpıcı bir ekonomik başarısızlık görülüyor: Latin Amerika'da kişi başına gelir son 25 yılda yüzde 12 arttı, fakat bundan önceki 20 yılda (1960-79) bu oran yüzde 80'di. Afrika bundan çok daha kötüsüyle uğraşırken, Dünya Bankası'yla IMF en yoksul ülkelerin borcunu silmekte bile yavaş kalmış ve pintilik etmiş durumda -oysa bu iş bir kalem hareketiyle halledilebilir.
Wolfowitz, bu yüzden, hangi ekonomik ölçüyü kullanırsanız kullanın, başarısız olmuş bir kurumun başına geçiyor. Ancak Banka bu olasılığı dikkate almayı bile reddediyor. Ekonomik araştırmalarının çoğunun arkasına politik yönlendirmeler var. Örneğin, geçen yıl ABD Kongresi'nde ticaret üzerine yapılacak bir oylamanın arifesinde, Banka, NAFTA'nın (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması) Meksika'daki büyüme oranını yükselttiğini gösteren bir araştırma yayınladı. Vardıkları ana sonuç, bir ekonomik modelleme hatasının ürünüydü; Web sitelerindeki bu rapor hâlâ düzeltilmiş değil.
Kısacası, personelinin çoğu liberal duygulara sahip olsa da, Dünya Bankası liberal bir kurum değil. Aslında uygulamaları liberalliğin öyle dışında ki, ABD'nin önde gelen toplumsal sorumluluk sahibi yatırım fonlarının çoğu (ör: The Calvert group), en büyük sendikalar (Hizmet Sektörü Çalışanları Uluslararası Sendikası - Service Employees International Union) ve 10 ilin yönetimi, kalkınmakta olan ülkelere yönelik son derece fesat politikalarını değiştirmediği sürece, Dünya Bankası bonolarını -ki çoğu kurumsal yatırımcıların elinde bulunuyor- boykot ettiklerini açıkladı.
Paul Wolfowitz'in bu pek gerekli yenilikleri yapacağı yok. Ancak, bu kuruma üye diğer 183 ülke kararlarda söz sahibi olana kadar, Dünya Bankası'nın misyonunu -kalkınmakta olan ülkelerde yoksulluğu azaltmak ve yaşam standartlarını iyileştirmek- yerine getirmesi ve sürdürmesi olası değil. Başında hangi Amerikalı olursa olsun.
* Mark Weisbrot, Center for Economic and Policy Research (Ekonomik ve Politika Araştırmaları Merkezi) yöneticilerinden.
* Bu yazıyı Tolga Korkut Counterpunch'tan çevirdi.