Aras Yayınları, Ayhan Aktar ve Andrey Bitov imzalı iki yeni kitabı okurla buluşturdu.
Akademisyen Ayhan Aktar'ın kaleme aldığı "Ermeni Evine Figan Kuruldu - 1915 Destanları ve Halep", Büyük Felaket'in iz ve etkilerini halk sanatçıları tarafından söylenmiş destanlarda arıyor.
Soykırım sonrası yaşantı
Soykırımdan sağ kalan ve Halep yöresinde hayata tutunan âşıkların Ermeni harfleriyle Türkçe olarak basılmış destanlarını ele alan Aktar, hem yazarlarının 1915 ve sonrasında birey olarak deneyimlerine odaklanıyor hem de farklı yönleriyle soykırım-sonrası yaşantının temel meselelerine dikkat çekiyor. Kitapta yer alan bazı destanlar ölümcül tehcir yürüyüşünü, bazıları Antep, Urfa, Maraş gibi şehirlerde daha sonra yaşanan çatışmaları anlatırken, kimileri de Ermenilere yeni bir yurt olan Halep'teki yaşamın zorluklarını, toplumsal gerilimleri ele alıyor.
Kitaptan tadımlık:
Kabul etmeliyiz ki 1920'lerde Halep'te iskân adı altında yaşanan insanlık dramları da soykırım sürecinin ayrılmaz parçasıdır. İşte bu nedenle, Ermeni halk ozanlarının yazdıkları/söyledikleri destanlarda insan hayatının bütünlüğünün ve devamlılığının vurgulanması hemen dikkatimizi çekmektedir. Bütün bunları düşündüğümüz zaman, Hagop Bdğuni'nin "1915'ten 1929'a kadar Ermeni milletin felaketinin destanı" içinde soykırım süreci metnin sadece üçte birini oluştururken Halep iskânı meselesinin destanın yarısından fazlasını oluşturmasını anlayabiliyoruz. Çünkü, Hagop Bdğuni ve Barakalar ahalisi açısından "hayat devam etmekte" ve deyim yerindeyse 1915'te başlayan tehcir, sürgün ve katliamların sonuçları 1929 yılında da yaşanmaya devam etmektedir:
İşte sana yeni bir bela daha
Ekmeği bulamaz fukaralara
"Kalksın barakalar" yol lazım göya
Bir daha kırdılar bellerimizi.
(...) Buna ne demeli ağalar begler
Sac altında her kes çocuğun egler [eyler]
Şimdiden sonra fiğan feryad kim dinler
Ki tekrar arz edek hallerimizi.
İşte yıkdırdılar barakamızı
Dingleyen olmadı efğanımızı
Bulamaz iken ekmegimizi
Bir daha kırdılar dallarımızı.
Sovyet Ermenistanı'nda on gün
Aras Yayınları'ndan çıkan bir diğer kitap ise postmodern Rusça edebiyatın en önemli isimlerinden Andrey Bitov imzalı "Harfler Ülkesine Yolculuk."
Rusçada ilk kez 1969'da "Ermenistan Dersleri: Pek de Küçük Olmayan Ülkeye Yolculuk" adıyla yayımlanan bu seyahatnamesinde, 1967 Eylülü'nde Sovyet Ermenistanı'nda geçirdiği on günü anlatıyor. Bitov, tanımadığı bu ülkenin kendisi için bir okul gibi olacağını fark edip, seyahatnamelerde hiç görülmemiş bir üslupla, eserini "ders" başlıkları altında kurguladı. Kitapta ayrıca, yazarın verdiği son röportajı, edebiyatına ve kişiliğine dair bir inceleme yazısını ve hem yazara hem de bu esere kapsamlı bir bakış sunan, çevirmen Sabri Gürses imzalı önsözü bulunuyor.
Kitaptan tadımlık:
"Yani şimdi sen bizi mi yazacaksın?" dedi.
Ardından benimle şöyle konuşmaya başladı: Diyelim birilerinin karpuz taşıdığını görüyor... "Bu Ermeni karpuzu," diyordu. Bir eşek mi görüyor... "Bu Ermeni işuku" diyordu. "Bu kadın Ermeni şişkosu. Bu Ermeni birası. Bira ister misin? Karpuz ister misin? Bu tipik bir Ermeni taksisi. Binelim ister misin?"
Önce gülümsüyordum, sonra gücenesim geldi. Ama kendimi tuttum. Sonra daha da kolaylaştı işim: Şunun Ermeni çiti, bunun Ermeni direği, şunun sıradan Ermeni polisi olduğunu öğrenmiştim. Nasıl da bıkmıyordu? Artık gücenmiyor, "Neden bu böyle?" diye düşünüyordum.
Sonunda yoruldu.
"Ama yazma, lütfen," dedi, "Ermenistan güneşli, misafirperver bir ülkedir diye yazma." Sustu biraz, sonra devam etti:
"Bak bu kadar zamandır burada yaşıyor, yazıyorum, ama Ermenistan'ın nasıl bir yer olduğunu yazmadım hâlâ."
"Biliyor musun," dedim samimiyetle, "bu beni rahatsız etmiyor. Hatta hiçbir şey yazacağımı da sanmıyorum. İki haftada ne göreceğim? Ne bulacağım? Cidden yazmam, Ermenistan hakkında gayrıciddi bir şey de yazamam... Sonra, bir düşünsene, kendi keyfim için olsa buraya gelmeyi kabul eder miydim? Kendi paramla? Yani parayı idareye iade edeceğim aynen ve sağ olun diyeceğim. Zaten ben o gazetede çalışmıyorum, hiçbir bağım yok."
"Ama neden parayı geri verecekmişsin ki?!" diye bocaladı arkadaşımın kardeşi. "Neden yazmayacaksın? Biraz daha kal burada. Bak o zaman yazarsın..." dedi ve ben onun bu "yazarsın" tonlamasından hiçbir şey anlamadım – bu iyi miydi kötü mü?
İşte böyle geçti gitti seyahatim, işte evdeyim, işte uğraştım, uğraştım, dönüp durdum masanın çevresinde ve işte yine daktilonun başına oturdum.
Ve ne yazdım ilk cümlede?
"Ermenistan güneşli, misafirperver bir ülkedir."
(AÖ)