Anneler Günü, anne-çocuk ilişkisini yeni model bir mutfak robotuna, pahalı bir parfüme, şık bir eşarpa indirgemenin herkesçe kabul görmüş bir yolu olarak sunuluyor. Anneler melektir, bizi büyütmek için elbette çok çaba sarf etmişlerdir. Kendileri yememiş, bize yedirmişlerdir. Cennet onların ayağının altındadır. Bu fikirlerin sonu şudur: Bir kadın anne olunca, herşey değişir. Döngü tamamlanır. Anne olmayan kadın icabında bir hiçtir. Anne olunca da üzerine düşen vazifeleri yerine getirmesi, "iffetli" olması, iyi çocuk yetiştirmesi vs gerekmektedir. İşte, bu ideal anne kişisi, yılın bir günü, hediyeyle ödüllendirilir. Ama ödüllendirilen anneler arasına acaba nikahsız çocuk doğuranlar filan da dahil midir? Toplum kendi kafasından uydurduğu bu vitrin şenliği gününde de vitrine koyabileceği kadın'ı ödüllendirmeyi seçer. Yoksa, Anneler Günü vesilesiyle Semra Özel ya da Tansu Çiller'ın yurdumuzda Yılın Annesi seçilmesini nasıl yorumlayabiliriz?
Ne Olur Bu Yılın Annesi Ben Olmayayım
Kadının çocuk doğurma özelliği feministlerce epey tartışıldı. Kimilerine göre, doğruganlık kadının toplum hayatında geri kalmasına yol açıyordu. Doğuma giden sürecin kadınlar için maddi, manevi maliyeti hep ağırdı. Bir kere karnında bir canlı taşımak bir kadını hareket olarak bile engelliyor. Duygusal engelleri ve kısıtlamaları saymak mümkün değil.
Karnında büyüyen canlıya kendi egosunu vermeyi başaran kadın için, annelik de aslında öğretilmiş bir şeye dönüşüyor. Çocuk annenin gövdesinden çıkar çıkmaz anneyle dolaysız ilişkisi bitiyor. Ve ataerkil toplum, kadının kendi çocuğuyla olan ilişkisini bile bir erkeğin iktidarıyla ölçülendiriyor ve belirliyor. Kadın, çocuğun birinci dereceden bakıcısıdır.
Anne olmadığım ve yaşıtlarımı anne olarak görmediğim için özdeşleşemiyorum annelik haliyle. Anne deyince aklıma gelen, bugüne kadar özgürleşmemde en katı duygusal bentleri oluşturmuş kişiden başkası değil. Beni fedakarca sevmiş ama karşılık da beklemiş, benim kendisinin başarılı bir versiyonu olmamı dilemiş biri kişi, annem. En yakın arkadaşımın dediklerini onaylıyorum ve birden ben de günün birinde anne olup kendi anneme benzemekten ve hele kız olursa çocuğumun hayatını zehir etmekten korkuyorum. Annem kendi hayatı boyunca ona yöneltilen bütün yargıları ezberlemiş ve bunları bana da yöneltmiş. Önyargıların acımasızlığından korunmanın yolunu, önyargı üreten zihinleri rahatsız etmemekte bulmuş. Şimdi ben rahatsız ediciyim, demek ki tehlikedeyim.
Bir başka arkadaşımın annesiyle olan hikayesi aklıma geliyor. Çocuk üniversitede ve havacılık kulübüne girmek istiyor. Annesi de doktor. Çocuğunun bu tehlikeli sporla uğraşmasını istemiyor. Çocuk kulüp için check up'a girince, meslektaşlarından rica ediyor. Çocuğa sahte bir rapor ulaştırılıyor. Güya beyninde zararsız ama paraşütle filan atlamaya kalkarsa aktive olacak bir ur varmış... Bu rapordan deli gibi korkan çocukcağız havacılık kulübünün yanına uğrayamıyor. Yıllar sonra raporun sahte olduğunu öğreniyor. Annesi korumuş mudur şimdi onu?
Ağlarsa Anam Ağlar
Evet, şurası gerçek, anneler çocuklarının iyiliğini ister. Samimiyetle ister. Ama iyilik kavramı göreceli olduğu içindir ki, çocuklar ile anne arasında tartışma eksik olmaz. Kız çocuk ve anne ilişkisi bu noktada daha da girdaplıdır. Kimi anne, kadın olma meselesinde kızıyla kendini özdeşleştirir ve onu gerçekten korumayı başarır. Kimisi de kızının önünde katı, ataerkil ve bağışlamaz bir biçimde durur.
Ben annemin melek olmadığını, onun hiç onaylamadığı birine deli gibi aşık olunca anladım. Haklıydı, ben aşkımla mutlu olamadım. Ama onun müdahalesi beni daha da çok zorladı. Hatta onun tepkileri beni korkunç bir gönül ilişkisinden daha fazla sarstı.
Belli bir yaşa gelince, artık istemediğinizi fark ediyorsunuz annenizin egosunu. Bu egodan kurtulmak, kendi egonuzla başbaşa kalmak istiyorsunuz. Vicdan, vefa, iyi niyet gibi kavramlar kafanızı yorup duruyor. Annenizi bir insan olarak sevmek istiyorsunuz. Yemedi, yedirdi ama keşke bu kadar da ezilmeseydi hayatın altında... Bunu talep eden kişi de siz olamazsınız. Dünyaya gelmeyi seçmediniz.
Annesinin iyi kızı hikayesi bana çoğunlukla inandırıcılıktan uzak, hatta mide bulandırıcı geliyor. Türkiye'de bir kadın gelip bana, ben hayatta anneme yalan söylemedim dese, herhalde onu samimi bulmam. Anneyle çatışmak bir kadın için çetrefilli ve bazen de çok gerekli bir durum. Özgürleşmek diye bir şey söz konusuyla herkesle çatışabilirsiniz zaten.
Annemle ilişkim ne kadar aşk-nefret çizgisinde seyretse de, onu hafife alamayacağımı biliyorum. Onu mutlu etmeyi hep istedim. Onu mutlu edememek hep canımı sıktı. Onunla ilişkimi de hiç bir zaman bir vitrinde görmek istemem. Ona hediye aldığımda buna sevinecektir, en azından bütün arkadaşları gibi o da Mayıs'ın ikinci Pazar günü hediye alınmış ve öpülmüş bir anne olmanın iç huzurunu yaşayacaktır. Ama benim bildiğim gerçek şudur: Annem bir melek değil, benim gibi, patriyarkanın altında ezilen bir kadın. Ona haklarını armağan etmek isterdim, kocasız varolabilme, annelik dışında da kimlik bulabilme, istediği gibi tacizsiz, tecavüzsüz bir dünyada yaşayabilme, emeğinin karşılığını özgürce alabilme. Maalesef boynunda inci dizilmiş, yapılı saçlı, düzgün bir kadın profili ile simgelenen "Anneler Günü", erkek iktidarının elindeki zincirde bir halkadan başka bir şey değil. Hal böyle oldukça anne olmaktan korkmamak da mümkün değil.