Anneler Günü'nde annemize vereceğimiz en güzel hediye hiç kuşkusuz sevgi yüklü bir demet çiçektir. Anneler Çiçektir. Onları çiçeklerle sevgimizle mutlu edelim. Evlat hasreti çeken anneleri ziyaret edelim, onlara çiçekler alalım, yollayalım... Yaren Çiçekçilik sizler için sevgi çiçekleri hazırladı. Ziyaret edin mutlu kalın...
Anneler Günü'nü ilk kez, ailemden ve tabii annemden ayrı yaşamaya başladığım yıl, ortaokul birinci sınıftayken, duyduğumda utanç ve şaşkınlıkla karışık bir duygu yaşadığımı anımsıyorum.
Şehirde zorluk!
Hep denir ya, "Anadolu'nun şirin bir kasabasında", Mayıs ayının ikinci haftasında, Anneler Günü'nü, orta sınıf ve ortaokul mensubu öğrenciler dışında hangimiz kutlayabilirdik ki!
Hangimiz haberdar olabilirdik ki böylesine "kutsal" bir günden! Bir kızla "çıkmak için" ("çıkmak" dediğim, teneffüslerde beraber dolaşmak!), ona güzel bir plastik gül hediye etmek gerektiğini büyüklerimizden duyduğumda hayrete düşmüşken, bir de Anneler Günü olduğunu öğrenmem, "şehirde" bir hayli zorluk çekeceğimi düşünmeye başlamama neden olmuştu.
Ritüeller, çoğunlukla kız çocukları aracılığıyla aktarılırdı, biz köylü çocuklarına. Anneye sürprizler yapmak, babaya dolma kalem almak için harçlık biriktirmek, hatta daha da ileriye giderek, kardeşe hediye almak!
Köydeki içten sevgi!
Bizlerse, on kardeşlik aileden gelme, takım elbisenin altına lastik ayakkabı giyen, saçlara jöle yerine limon suyu süren köylü çocukları olarak, utangaç utangaç, bu günlerin son bulması umuduyla giderdik okula.
Aslında sadece utangaçlık değil, enteresan bir tiksinti de vardı bu duygunun içinde.
Anneye çiçek almak, babaya kravat seçmek... Annecim, babacım demek, ııığğyyy! Sahte gelirdi işte. "Köyde sevgi daha gerçek, daha içtendir" diye düşünürdük nedense. İşin içine hediye girince, kötü bir şeyler olurdu içimizde.
Bir huzursuzluk, pişmanlık, mahcubiyet ve kirlenmişlik...
Hediye almayan, "anneciğim" demeyen öğrenciler olarak, hep arka sıralarda otururduk. Sınıfın en ön sırasında memur kızları, onların arkasında bizim gibi köylü olan kızlar, onların arkasında memurların erkek çocukları ve en sonda da bizler.
Topraksoylu olmak veya çok varsıl olmak, memur çocuklarının katına çıkmanıza yetmiyordu nedense. Hediye almak, bize hep zor geliyordu dolayısıyla...
"Akşma kadar konusu geçmemeli"
Şu sahneyi unutmak ne mümkün! Ortaokul yılları. Plastik bir güle dökmek üzere, beden eğitimi dersini fırsat bilerek kolonya aramaya çıkıyoruz, düzgün Türkçe konuşan, memur kızı sınıf arkadaşımla.
Ve yine, unutmak ne mümkün, ismi Pınar, memleketi Antalya, annesi banka memuru, babası öğretmen. "Fakültede okuyan" bir ablası var. "Hepimizden daha zeki". "Kaymakam olacak".
Memur kızı olan arkadaşım, akşama, annesine gül hediye edeceğini söylüyor. Kolonya için birlikte, okulun hemen bitişiğindeki eczaneye giriyoruz.
Düzgün Türkçeli arkadaşım, çat-pat Türkçeli eczacıyı da, beni de mahcup edecek bir titizlikle, özene bezene, plastik güle kolonya döküyor.
Bu işlemi yaparken de tekrar tekrar, "akşama kadar kokusu geçmemeli" diyor.
"Sen ne alacaksın annene?" diye sorsa, "ne derim?" diye geçiriyorum içimden.
"Benim annem..."
"Hahhaa! ben böyle şeylere inanmam ki" desem, annemi sevmediğimi düşüneceğini biliyorum, her görüşte yanaklarımın kızarmasına sebep olan arkadaşımın.
Eczacı ise benden daha şanslı olduğunu hissettirircesine, "Benim annem rahmete kavuştu, yoksa ben de bir çiçek alırdım" diyor, yalan söylediğinin anlaşılıp anlaşılmadığını önemsemeden.
Bu durumda, ezik büzük, boynu bükük olması gereken tek kişi kalıyor. Annesi köyde olan ben... Daha köyde telefon yok, televizyonun ömrü iki, bilemediniz üç yıl. Çok eski değil; 1990'ların başı.
Hediye ve kutsallık
Plastik çiçek devri ne kadar geride kaldı, kolonya kokusu geçmeyeli kaç zaman oldu, bilinmez. Lakin Anneler Günü'nün mazisi bir hayli eskilere, 1900'lerin başına, Türkiye'de ise 1950'lerin ikinci yarısına dayanıyor. Hikaye son derece basit.
Amerikalı bir kız, annesini kaybeder. Yıl, 1966, Mayıs'ın 9'u. Jarvis isimli kız, buna çok üzülür; yıllarca üzülür. Sonra da arkadaşlarıyla birlikte, bulunduğu kentin belediye başkanıyla görüşür, böyle bir günün kutlanması önerisini sunar.
Öneri kabul edilir, medya destek verir ve nihayet devlet başkanı, her Mayıs ayının ikinci haftasında, Anneler Günü'nün kutlanacağını duyurur.
Hikâyenin uydurma olup olmadığı mühim değil, Anneler Günü'nün menşei Amerika'dır, bu mühim. Hem kutsal, hem de hediye alınması gereken bir gün! Yıl 1966. Dünya, 1968'e gebe.
Ama hayır, bir dakika! Anneler Günü'ne dair haberlerin uçuştuğu internet sitelerinde, bu hikâyenin tarihine dair rakamların hiçbiri bir diğerini tutmuyor. Kimine göre Jarvis, 1911'de, kimine göre 1800'lerin başında annesini yitirmişti, ne gam! Lakin şu mühim bilgi de esirgenmiyor bizden;
Anneler Pazarı
Hıristiyanlığın Avrupa'da yaygınlaşmasından sonra bu kutlama, onlara hayat veren ve kötülüklerden koruyan ruhani bir güç sayılan "Anneler Kilisesi"ni onurlandırmak amacıyla değişti.
Zamanla kilise festivali Anneler pazarı kutlamaları ile birleşerek, beraber kutlanmaya başlandı. (http://www.milliyet.com.tr/ozel/annelergunu/tarihce.asp)
1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin Anneler Günü'ne dair haberinde, sadece hediye alma zorunluluğundan değil, aynı zamanda ailenin kutsallığından da dem vuruluyor. Anneler Günü, Türkiye'ye Türk Kadınlar Birliği aracılığıyla geliyor.
Bu 'özel ve kutsal' günün Cumhuriyet Gazetesi'ndeki 'haberini' tozlu arşivlerden buldum. Anneler Günü'nün gazetedeki ilanı şu şekilde yapılıyor:
Bütün dünyada "Anneler Günü" olarak kabul edilen o gün, prensip olarak evlatların annelerine hediye almaları gerekmektedir. Büyük olsun küçük olsun bütün çocuklar, annelerine bir şükran ifadesi olmak üzere bir demet çiçekten en büyük eşyaya kadar hediye alacaklardır. (Cumhuriyet Gazetesi, 12/04/1959)
Babalara daha çok hediye
Sabah gazetesi iki yıl önceki haberinde "Babalar Günü harcamaları, Anneler Günü'ne 13 trilyon lira fark attı," diyordu.
"Bankalararası Kart Merkezi (BKM) rakamlarına göre Babalar Günü'nde yapılan kartlı harcama tutarı 265 trilyon liraya ulaştı. Oysa Anneler Günü'nü kapsayan haftasonu yapılan harcama tutarı 252 trilyon lira düzeyindeydi.
"Babalar Günü'nde daha fazla harcama yapılmasının aslında Babalar Günü'nün, Anneler Günü'nden daha popüler olmasından değil alışveriş yapan kitleden kaynaklandığı belirtiliyor. Babalar için alışverişe çıkan anne ve çocukların bu sırada kendilerine de ufak tefek bir şeyler aldığı için yapılan harcamaların arttığı kaydediliyor. "
Aaaa! Yoksa siz hâlâ...
Anneler Günü için, "kapitalizmin bir kâr oyunudur" demekten şimdilik imtina edelim. Çünkü yüzümüzü kızartacak olan Pınar'ların sayısı bir hayli yüksek. Annemize hediye almadığımızı itiraf etmek için henüz erken.
Bundan evvel, sevgi, şükran ve saygıyı temsilen plastik güle dökülen kolonyanın uçuculuğuna değinmeli, "günü" kutlanan ve tekrar tekrar kutsanan annenin, anneliğin, kapitalist sistemdeki hayatiliğine kafa yormalı, evde dayak yiyen annenin, hediyeden önce başka şeylere ihtiyacı olup olmadığını düşünmeli, tartışmalı, bu konuda bir sonuca varmalı, ve "babaların günü"nün de olduğunu ansımalıyız.
Anneyi kutsamak niye!
Sahi, güle veya gülden tutun da en büyük hediyeye ihtiyacı olan, "Yaren Çiçekçilik" mi, annem mi? Hem, onu niye anne olduğu için kutsuyoruz? Babamızdan dayak yediği için mi yoksa?
Zihin açıklığına iyi gelebilir; geçtiğimiz yıl kutlanan Anneler Günü'nde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün eşi Özenç Özkök başta olmak üzere general ve amiral eşlerinin, Anneler Günü vesilesiyle Anıtkabir'i ziyaret ettiğini, Atatürk ve İnönü'nün mozolelerine çelenk koyup saygı duruşunda bulunduğunu biliyor musunuz?
12 Nisan 1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden bir haber. O gün, "prensip olarak" evlatların annelerine hediye almaları gerekmektedir! Yılın annesi de o gün belirlenecektir! (İA/EZÖ)
* İnternet sitelerinde dolaşan binlerce "hazır anneler günü kutlama mesajı"ndan biri.