Aktar, Annanın bu manevrası karşısında Türk tarafının da hızla pozisyonunu belirlemesi gerektiğini söyledi ve ekledi: Zira, bugün itibariyle Ankaradan ve Lefkoşadan gelen haberler, sarih, herkesin kabullendiği bir ortak pozisyonun varlığına işaret etmiyor.
"Avrupa Hareketi 2002" girişimi kurucularından, Galatasaray Üniversitesi öğretim görevlisi Aktar, Ankaradaki Kıbrıs zirvesini, Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) arabuluculuk ihtimalini ve Türkiyenin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinin Kıbrıs sorununun çözümü ile ilişkisini bianete değerlendirdi:
BM Genel Sekreteri Annanın liderlere gönderdiği mektupta geri adım atmadığı yorumu yapılıyor. Annanın mektubunu ve koşullarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün itibariyle ok yaydan çıktı ve Türk hükümetinin 24 Ocakta Davosta başlattığı girişimin ilk somut meyvesi, bugün alındı.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıstaki iki tarafa 10 Şubatta New Yorkta randevu vermiş bulunuyor. Davet mektubuna her iki tarafın da icabet etmesi, mektupta belirtilen şartları; yani kabaca, müzakerelerin Alvaro de Soto başkanlığında başlaması, 25 Martta sonuçlandırılması, 14 Nisanda eş zamanlı bir şekilde adanın her iki kesiminde referanduma gidilmesi ve müzakereler esnasında üzerinde anlaşma olmayan konuların BM tarafından doldurulması koşullarını kabul ettikleri anlamına gelecek.
Genel Sekreterinki gerçekten çok usturuplu bir manevra. Ön koşul var mı, yok mu, kabul ederiz veya etmeyiz diye uluslar arası medya üzerinden tartışan taraflara, BMnin artık böyle bir polemiğe tahammülü olmadığını ve eğer tekrar çözüm için kolları sıvayacaksa; dar bir zaman dilimi içerisinde meseleyi şu veya bu şekilde sonuçlandırmak arzusunda olduğunu gösteriyor.
Türk tarafının girişiminin somut sonuçları neler sizce? Türkiye ve KKTC bu girişimin arkasında durabilecek mi?
Bugün Türk tarafının müzakereci ekibi Denktaş ve Talat, Ankarada kalmaya ve 10 Şubat için müzakere pozisyonu belirlemeye karar verdi.
Görünen o ki, 24 Ocaktan bu yana başlatılan inisiyatif, uluslar arası kamuoyu tarafından ciddiye alınmış ve Kıbrısın Avrupa Birliğine üye olacağı 1 Mayıs Cumartesi gününe kadar bu işin bitirilmesi konusunda somut bir iradenin ortaya çıkmasını sağlamış bulunuyor.
Fakat bu, aynı zamanda Türk tarafının da hızla pozisyonunu belirlemesi gerektiği anlamına geliyor. Zira, bugün itibariyle Ankaradan ve Lefkoşadan gelen haberler, sarih, herkesin kabullendiği bir ortak pozisyonun varlığına işaret etmiyor.
Sorunların bu ortak pozisyon belirleme aşamasında çıkacağını düşünüyorum. Çünkü kim ne derse desin, Kıbrısta 40 yıldır çözümsüzlük taraftarı olanların Ankaradaki iki, üç toplantı sonucunda fikir değiştirdiklerini ve çözüm taraftarı olduklarını düşünmek mümkün değil.
Sonuç itibariyle hem Türkiyede hem Kıbrıs Türk ve Rum tarafında, Yunanistanda ve hatta Avrupa Birliğinde ak koyun, kara koyun çok kısa zamanda belli olacak.
ABDnin arabulucuk yapması girişimlerini ve Kıbrısta askeri güç bulundurma talebini nasıl değerlendiriyorsunuz? ABDnin arabuluculuğu ile Türkiyenin AB müzakerelerine başlaması arasında ilişki kuruluyor
Bu işte başından beri hükümetin ABDye olan akıl almaz yatkınlığı ve ABD dışında gözünün kimseyi görmüyor olması, fahiş bir hata idi, bu hata sürüyor. AB vrupa Birliği, Kıbrıs ile çok özel bir ilişkisi olan İngilterenin dışında bu müzakerelerde yok. Oysa, bianetteki son yazımda da bahsettiğim gibi, Kıbrıstaki çözüm müzakereleri ile Türkiyenin ABye müzakereleri arasında beğensek de beğenmesek de birebir bir ilişki vardır. Ve burada Türkiye çözüm konusunda adım attığı zaman karşılığında Türkiyenin bu adımını görebilecek olan güç, Türkiyenin üye olmak istediği Avrupa Birliğidir; ABD değil. Kıbrısta bir çözüme ulaşıldığını varsayalım, eğer bu durumda ABDnin ABye Türkiye ile müzakerelere başlaması için baskı yapması ümit ediliyor ise, bu hüsranla sonuçlanacaktır.
Irak savaşı konusunda ABnin iki ağır topu Almanya ve Fransa ile tamamen zıt bir konumda olan ABDnin, üstelik bu seçim yılında ABye hele Türkiye gibi nazik bir konuda telkinde bulunması, sureti katiyede mümkün değildir. Kıbrıs için müzakereler başladıktan sonra AB boyutunun ivedilikle gündeme getirilmesi gerekiyor.
Açıkça söyleyecek olursak, bu hükümet AB ile katılım müzakerelerine başlamaksızın veya başlamanın garantisini almadan Kıbrısı çözemez. Zira, Türkiyede değişim, Kıbrısta da çözüme direnen statükonun ağzını kapatacak çok güçlü bir argümana ihtiyacı var. O da, müstakbel AB üyeliği. (BB)