bianet'in 12 Eylül'de halkoylamasına sunulan anayasa değişikliği paketiyle ilgili, kimin, neden evet, hayır ya da boykot dediğini okuyabileceğiniz dizisindeki diğer yazıları görüntülemek için tıklayın.
Türkiye'de Anayasa değişikliği üzerinde yapılan tartışmalarda; gerçeklik ile kavranan anlam arasında ironik, hatta trajik bir kopuş, bir yanılsama yaşanıyor. Tarihsel paradoks örtüşmesi bu yanılsamayı arttırıyor ve besliyor. Tartışmalara katılan her birey, grup, kurum ve kuruluş vs. görüş ve tutumlarını "demokrasi" gerekçesine bağlıyor. Tartışmalı bir terim olan demokrasiyi, çoğunlukla hangi anlamda kullandıkları açık ve anlaşılır olmaksızın; "yararsız doğrular" ile, "çoğunluk için doğru olmayan yararlar" (!) söylemi çerçevesinde, ısrarlı duruşlarını sürdürüyorlar.
Konumlarını solda tanımlayan kimi çevrelerin; referandum oylamasında ne kendilerini ne de muhataplarını ikna edici gerekçeleri olmadığından, mahçup bir evet şeklinde konumlanan "ısrarlı duruşlarına" gerekçe gösterdikleri demokrasinin, modern demokrasi ve bu demokrasinin anayasal özellikleri anlamında- aşağıda genel olarak açıklanmış olduğu üzere- hangi unsur ve gerekleri içerdiğini kıyaslama olanağı bulmaları halinde; - bütünüyle duygusal nedenlere dayalı olması dışında - konumlarını yeniden gözden geçirmelerinin gerekli olacağı ortadadır.
Modern demokrasilerin unsurları ve anayasanın işlevi
Siyasal nitelik taşıyan hukuk belgeleri olan anaysalar, genel olarak devletin ; kuruluş ilkelerini, bu ilkelerin türetildiği felsefeyi, kurum ve kuruluşlarıyla örgütlenme biçimini, işleyişini ve bunlara hakim olan anlayışı belirtir. Devlet karşısında hak öznesi birey (ve grupları ) tanımlar, öznesi oldukları hakların içeriğini ve güvencesini sayar ve devlet ile bunlar arasındaki iletişimin alanı olan kamusal alanı belirler, iktidarın sınırlarını çizer.
Hukuksal ve siyasal nitelikleri itibariyle en özgürlükçü ve işlevsel kabul edilen günümüz batı tipi anayasal (modern) demokrasiler; bir anayasada en azından üç öğeyi bir araya getiren, kurumsal bir çerçevede biçimlenir. Bu kurumsal çerçeve yurttaşların; devletin üyesi olarak kamusal özerkliği, toplumun üyesi olarak özel (kişisel) özerkliği ve devlet ile toplum arasında aracı olarak iş gören kamusal alanın bağımsızlığını esas alır.
Bu çerçevede modern demokratik sistemler;
- herkesin, eşit iletişim ve katılma hakları tanınarak ve bu haklar güvenceye altına alınarak, siyasal katılımı güvence altına alınır
.-Herkese aynı özgürlükleri tanıyan bir temel özgürlükler sistemi kurulur ve işletilir, temel hak ve özgürlükler; bağımsız mahkemelerce sağlanan eşit hukuki koruma ile güvence altına alınır;
- Yasama , yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığı; kamu yönetiminin hukuka bağlı kalmasını sağlayan ve denetleyen kuvvetler ayrılığı ilkesi yoluyla, kişilerin özel alanının hukukun egemenliğiyle korunması güvence altına alınır.
-Basın özgürlüğü , haberleşme özgürlüğü ve medyanın çeşitliliği yoluyla; sivil toplum aktörlerinin kamusal alana kendiliğinden geçmesini kolaylaştıran ve kamusal iletişim alanlarının belli çevrelerin örgütlü toplumsal ve ekonomik gücü tarafından işgal edilmesini önleyen düzenlemeler yoluyla, sivil toplumda kök bulan bağımsız bir kamusal alanı güvence altına alır.
Bu sistemlerde; söz konusu siyasal ilkelerin, hak ve güvencelerin hayata geçebilmesi için bütün yapısal koşullar titizlikle oluşturulur ve devamlılığı için mekanizmalar işletilir. Bu anlamda; güçler dengesinde demokratik değişim daima olanaklı kılınır. Ekonomik gücün küçük bir kesimin elinde yoğunlaşması demokrasi önündeki yapısal bir engel kabul edilir ve bunu ortadan kaldıran mekanizmalar oluşturulur. Ordu, bütünüyle sivil otoriteye bağlı hale getirilir. Kamu kurum ve kuruluşların yapısı, işletilmesi ve hukukun oluşturulmasında devlet "kendi başına kutsal bir varlık olarak"değil; "hukuksal bir insan kurumu olarak, meşruiyetini insan hakları ve halkın egemenliği öğelerinden alan sivil, şeffaf bir hizmet örgütü olarak kurgulanır ve işletilir.
Devletin; özgürlüğü tehdit eden güçleri hukuk içine alınır, bireyin siyasal katılımına müdahalesi en aza indirgenir, idari güç; toplumun tek tek üyelerinin çıkarlarının hizmetine sunulacak şekilde tasarlanır. Devlet baskıcı aygıtları dağıtılır, devletin özgürleştirme görevi esas alınır. Emek karşıtı yasalar ve halk kesimlerinin örgütlenmelerini sınırlayan diğer yasalar yürürlükten kaldırılır. Özel organlar değil, temsili organlar güçlendirilir, iktidar merkez ile yerel arasında ihtiyaçlar temelinde paylaşılır. İnsan haklarını güvenceye alan bağımsız adil bir yargı oluşturulur, sol partiler dahil tüm partilerin seçimlere eşit katılımı garanti edilir ve bunun önündeki hukuki ve fiili engeller kaldırılır. Partilerin siyasal varlığını sürdürmeleri keyfiliğe ver vermeyecek temellere bağlanır ve yasama dokunulmazlığı konulma amacına uygun
sınırlarda geçerli kılınır. İşte tüm bu unsurlar, demokratik bir anayasanın özelliklerini oluşturur.
Demokratik bir anayasanın (veya değişiklik maddelerinin) olmaz ise olmaz özellikler nelerdir?
Bir Anayasa (veya değişiklik düzenlemelerinin) demokratik olabilmesi için:
1.Yurttaşların, devletin üyesi olarak kamusal özerkliğini, yurttaşların toplumun üyesi olarak (özel kişisel) özerkliğini ve devlet ile toplum arasında aracı olarak iş gören kamusal alanın bağımsızlığını esas almalıdır.
2. Devlet, kendi başına kutsal bir varlık olarak değil; hukuksal bir insan kurumu olarak, meşruiyetini insan hakları ve halkın egemenliği öğelerinden alan bir hizmet örgütü olarak kurgulamalıdır. Hukuku, organları, kurum ve kuruluşları ile bunların işleyiş hükümleri insan hakları ilkelerinden türetilmiş olmalıdır.
3. Devletin özgürlüğü tehdit eden güçlerini hukuk içine almalı, bireyin siyasal katılımına müdahalesini en aza indirgemeli, kişisel alanını en geniş şekilde korumalı, idari gücü toplumun tek tek üyelerin çıkarlarının hizmetine sunacak şekilde tasarlamalıdır.
Bu amaçla;
Anayasa ruhu ve lafzı ile tüm düzenlemelerde devleti değil , insani temel ve öncelik olarak almalıdır.
Bu şekilde tasarlanacak anayasada devletin "insan haklarına saygılı değil insan haklarına dayalı" olduğu belirtilmelidir. Başlangıç bölümünde vatandaşların temel hak ve hürriyetlerden yararlanması vurgusunda , bu hakları millileştirme vurgusu yer almamalıdır.
Temel hak ve özgürlükler, ödev ve sorumlulukları içerir şekilde değil, kişinin ödev ve sorumluluğundan tamamen ayrı ve bağımsız düzenlemelidir. Bunları kişiye tanımanın kişinin ödev ve sorumluluğundan değil, devletin özgürleştirme görevinden kaynaklandığını belirtmeli ve bu hususu güçlü şekilde vurgulamış olmalıdır.
Temel hak ve özgürlükleri sınırlama nedenlerini dar tutmalı ,sınırlama nedenlerini yoruma açık soyut kavramlar olarak değil, somut nedenler şeklinde saymalıdır. Sınırlamaların; demokratik düzen gerekleri, amaç ile sınırlı olma ve kanunla yapılma zorunluluğu yanında; mutlaka temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmama güvencesini de getirmelidir.
İdarenin hak ve özgürlükleri sınırlama yetkisini mutlaka sınırlamalıdır. Ayrıca sınırlamada gözetilecek "demokratik toplum gerekleri "ni (Anayasanın kurduğu demokratik toplu düzeninin gerekleri ) olarak değil, evrensel demokrasinin öngördüğü toplum düzeninin gerekleri olarak ele almalı ve düzenlemelidir.
Temel hak ve hürriyetleri alanında; kişisel ve siyasal hakları önceliğe alan ve sadece bu hakları kapsayan şekilde, sosyal ve ekonomik hakları ihmal eden, ikincil konumda ve daha az önemde gören anlayışı terk etmiş olmalıdır. İnsan haklarının bir bütün ve hepsinin aynı önemde olduğu anlayışnı temel almış olmalıdır. Sosyal ve ekonomik haklar alanında "devletin görevinin sınırı" şeklinde düzenlemelere yer vermemelidir. Ekonomik ve sosyal haklar, yurttaşlık hakları sınırına tabi tutmamalıdır. Ekonomik ve sosyal hakları, TBMM tarafından çıkarılacak Kanun Hükmünde Kararnamelerle düzenlenecek bir alan olmaktan çıkarmış olmalıdır.
Olağanüstü rejimlerin uygulanabileceği durumları oldukça dar tutulmalı; bunları hukukun istisna tutulabileceği rejimler değil, hukuk kurallarıyla belirlenen ve bu kurallara uyulup uyulmadığının mutlak şekilde hukuki denetime tabi tutulduğu rejimler olarak kurallara bağlamalıdır. Bu rejimler esnasında temel hak ve özgürlüklerde yapılacak sınırlamalar oldukça dar tutulmalı; çıkarılacak Kanun Hükmünde Kararnameler anayasa yargısına tabi tutulmalı, alınacak anayasa aykırı tedbirleri mutlaka yargı denetimine tabi tutmalıdır.
4.Hukuk devleti ilkesinin tüm gereklerini sağlamalı, hak arama özgürlüğü önündeki hukuki ve fiili tüm engelleri kaldırmalı, bu hakkın kullanımının tüm koşullarını sağlamalıdır. Bütün devlet işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi tutulmuş olmalı, bu alandaki istisnaları çok daraltmalıdır. Yargı bağımsızlığını ve yargıç teminatını eksiksiz şekilde ve tüm erkler karşısında mutlak olarak sağlamış olmalıdır.
5. Her türlü kurum ve kuruluşun örgütlenme ve işleyişinde; demokratik, sivil, şeffaf bir anlayışı esas almalıdır. Rejimin sivilleşmesi ve yönetimin yerelleşmesi alanında; seçilmişlerin görev alanları ve sorumluluklarını, atanmışların görev alanlarını ve seçilmişlere bağımlılıklarını, modern anayasal demokrasilerde olduğu gibi düzenlemelidir.
6.Cumhurbaşkanının görevlerini; parlamenter hükümet sisteminin gereği olarak, klasik görevler düzeyene çekmelidir.
7.Yasama dokunulmazlığı demokratik sistemin gerekli kıldığı içerik ve çerçeveye oturtulmalıdır.
8.TBMM'de adil bir temsil sağlayacak siyasal katılımın önündeki engelleri kaldırmalı, siyasi partilerin anayasal yargı denetimini, usul ve içerik olarak uluslararası hukuk standartları düzeyine getirmelidir.
9. Anayasa yapma süreci, anayasal anlam itibariyle; süreç olarak başlı başına demokratik olarak planlanmış ve gerçekleştirilmiş olmalıdır. Anayasanın demokratik, hukuki ve etik olarak meşru olması buna bağlıdır. Bu anlamda içerik kadar anayasa yapma süreci de toplumun her kesiminin üzerinde mutabık kalacağı, müzakereci demokrasi geleneğinin gerekli kıldığı şekilde gerçekleşmelidir.
10.Referandum, evet / hayır şeklinde gerçekleşecek bir oylama değil; ortak toplumsal ussal iradenin tecellisini sağlayacak ve; tartışma ,bilgilenme, katılım süreci sonrasında kişilerin neyi oyladığını sonuçları ile birlikte değerlendirebilecekleri bir ortamda, oylanacak düzenlemeleri konu itibariyle ayrı şekilde içeren paketler halinde halka sunumu olmalıdır.
Değişiklik düzenlemelerini doğru okumak ve değerlendirmek
Değişiklik maddeleri tek tek ve bir bütün olarak irdelendiğinde ve hukukun norm yapısının bilgisi ile de kıyaslandığında; tartışmaya yer bırakmayacak şekilde şu gerçeklik ortaya çıkar.
-Değişiklik maddeleri yukarıda tanımlanan özelliklerin hiçbirini taşımamaktadır.
- Bu anlamda da; antidemokratik olan 1982 anayasasına ve bu anayasa üzerine kurulu yapıya hiçbir demokratik ve özgürlükçü nitelik katmayacaklardır.
Zira;
Bu değişiklik düzenlemeleriyle:
1.Devlet demokratikleşmiyor.
Siyasal açıdan bakıldığında değişiklikler; ne devletin; antidemokratik olan örgütlenme biçimini, yapısını ve işleyişini "insan hak ve özgürlükleri temelinde bir nebze olsun!" değiştirmeyi hedefliyor, ne şeffaflaştırıyor, ne de devleti, bireyin hizmetinde olan "insan haklarına dayalı demokratik bir hukuksal, insansal kuruma " dönüştürmeyi amaçlıyor. "Kutsal ve ceberut devlet anlayışını" ortadan kaldırılmadığı gibi, tam tersine, devletin varlığını kişinin kamusal ve özgürlük alanını ele geçirecek , tahakküm altın alacak şekilde genişletecek bir yapıyı kurumsallaştırıyor.
2. Kimi çevrelerin inanmak istediğinin aksine değişiklik düzenlemeleri ; ne 12 Eylül rejimini tasfiye ediyor, ne de ona dokunuyor. Geçici 15. Maddenin kaldırılması darbecilerin yargılanmasını sağlayacak bir düzenleme oluşturmuyor.
Türkiye de; "siyasi rejimin ikili bir iktidar yapısı öngördüğü ve bunların "demokratik iktidar ve devlet iktidari" olduğu; dolayısıyla birincisinin halka, ikincisinin devlet kutsallığına hikmet- hükümet ideoljisine dayandığı, demokrasi için her hal ve şartta halka dayanan iktidardan yana olunması gerektiği" şeklindeki söylemi kendine gerekçe kılanlar; sivillerin yaptığı her şeyin demokratik olduğu/olacağı şeklindeki yanılsamayla davranmaktadırlar. Bu çevreler; "seçimle gelen iktidarların/ çoğunlukların baskıcı olma ihtimallerinin ne kadar yüksek olabileceğini, ayrıca bu iktidarların halkı temsil etme iddiasında oldukları için de, baskıcılıklarını bu iddialarına dayanarak kolayca meşrulaştırabileceklerini- bu nedenle de gerçek demokrasilerde bunların da keyfiliğini önleyecek mekanizmalara yer verildiğini- iradi- şekilde unutarak bu düzenlemelerin; "demokratik olduğu tartışılır" iktidarın, devletin ideolojik iktidarını ve onu temsil eden araçları ele geçirerek , var olan 12 Eylül ruhu ve mantığını sivil -ama asla demokratik olmayan- şekilde devam ettirmesi amacını taşıdığını, görmezden gelmektedirler.
Yapılan değişiklik ile, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddesinin kaldırılmasına ilişkin düzenleme, bu şekli ile darbecilerin yargılanmasına olanak sağlayan bir düzenleme oluşturmuyor. Zira düzenleme yürürlüğe girse bile, darbecilerin yargılanmasının "zamanaşımı" ya da "af" engeli ile karşılaşmadan yargılanabilmelerinin sağlanması için; insanlık suçlarında zamanaşımının söz konusu olamayacağı, dokunulmazlıkta geçen sürenin zamanaşımından sayılamayacağına dair, yargılamanın önünü açacak önergelerin kabul edilmesi gerekiyor. Ancak, hükümetin, Geçici 15. maddenin kaldırılmasına ilişkin düzenlemenin TBMM'de oylandığı sırada, muhalefetten bu yönde gelen önergeleri reddetmiş olması, bu yönde bir iradesinin bulunmadığını açıkça ortaya koyuyor.
3. Vesayet rejimi olduğu gibi korunuyor.
Vesayet rejimine kızgınlığımız bizi, değişiklik düzenlemelerinin vesayetçi rejime karşı çıktığı, onda delikler oluşturduğu yanılgısına götürmemelidir. "Vesayet rejimine karşı çıkmak, ona kızmakla değil, kızgınlığımızı militarizmin üzerinde yükseldiği toplumsal koşulları doğru tanımlama, onları değiştirme ve dönüştürme fikri ve mücadelesine dayalı bir politikada birleştirmekle mümkündür".
"Kürt sorununun siyasal çözümü yerine askeri yöntemler ile çözümünü tercih ederek, ordunun siyasete müdahalesinin önünü açanlar; gerçek anlamda laik bir devlet yapısının oluşumunun karşısında konumlanarak politikalar üreten ve böylece askerin siyasete müdahalesine zemin hazırlayanlar kimlerdir? Siyaseti; Kürt , Alevi,Ermeni, Romen vs. sorunu üzerinden şekillendiren, halkı bölen ve bunlar üzerinden askeri siyasete müdahaleye kışkırtanlar kimlerdir? Bu politikalar karşısında da, askerin gelenekselleşmiş tavrı ile sorunların çözümsüzlüğünü dayatmasından ve bu paradoksun bu şekli ile devam etmesinden iktidarını sürdürenler kimlerdir? Milli Güvenlik Kurulunu yapısı ve işlevi ile koruyan, Yüksek Askeri Şura, Askeri İdare Mahkemesi gibi kurum ve kuruluşlara, YÖK'e ve onun Genel Kurmay Başkanlığı tarafından önerilen adaylarına karşı çıkmayanlar kimlerdir? Soruların cevabı gayet açıktır. Bu şekilde varlığını sürdürerek, siyasi ve ekonomik yönetim aygıtlarını elinde tutanların, iletişim araçları ve kaynaklarıyla toplumu yönlendirme olanaklarının bütününe sahip olanların (demokratların!) vesayet rejimini kaldıracakları şeklinde bir iddiaya inanmak, samimiyet ve demokratlık bakımından tartışılır bir tavır değil midir?
4 .Temel hak ve özgürlükler genişlemiyor, sınırlama ve yasaklar aynı şekilde korunuyor.
Bu değişiklik düzenlemeleri hukuksal açıdan, temel hak ve özgürlükler temelinde değerlendirildiğinde; iddiaların aksine, esasta bir ilerleme sağlamadığı, yasakların öz olarak korunduğu, sadece ifadelerin değiştirilmiş olduğu görülecektir. Düzenlemeler; bireylere bir talep hakkı doğuran, hak güvencesi sağlayan ilkeler değil, soyut birer düzenlemeden ibarettir.
Bu düzenlemelerle bireyin ve birey gruplarının; ne devlet karşında güvenceleri arttırılıyor, ne temel hak ve özgürlüklerinin, ne de siyasal katılım haklarının alanı genişletiliyor.
Getirilen düzenleme hükümleri bilgisel ve objektif bir tutumla irdelendiğinde;
4.1.) 10. Maddeye yapılan ekleme; " Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz" şeklindedir. Bu düzenleme ilgili kişilere herhangi bir talep hakkı ve güvence getirmemektedir. Soyut bir düzenleme olan bu maddenin anayasal güvence oluşturabilmesi ve ceza kanunu ile iş kanunu hükümlerinin uygulanmasını talep etme hakkı tanıması için;
( 10. Maddenin 1. Fıkrasından sonra gelmek üzere); "Kanun önünde eşitlik; herkesin, ayrımcılığa uğramama , ayrım gözetilmeksizin yasalarca eşit derecede korunma ve eşit muamele görme hakkını kapsar" ifadesi getirilmeli;
-Devlet ; çocuk,özürlü, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için uluslararası normların kabul ettiği "makul düzenlemeyi" ve engelliler ile kadınlar için istihdam ve sosyal alanlarda makul düzenleme ve........ oranında makul yerleştirmeyi zorunlu kılar. Bunların uygulaması kanunda ve ilgili yönetmelikte belirlenir". denmeli ve;son fıkraya; devlet organları....kamu hizmetlerinin düzenlenmesi, örgütlenmesi ve yararlanılmasında ayrımcılık yasağına uyma zorundadır" hükmü eklenmelidir.
4.2) 20. Maddeye getirilen "kişisel verilerin korunmasını ve düzenlenmesi" hükmünün soyut bir düzenleme kuralı olmasından çıkarılarak, bir hak oluşturması için kişinin, kanun ve kolluk kuvvetleri karşısında sadece bir iradi isteğe sahip zayıf öğe konumdan çıkarılması, bir güvenceye kavuşturulması gereklidir. Zira; kanunun öngördüğü veya yetki tanıdığı hallerde, kanunu uygulamakla görevli olanların, kişinin rızasını dikkate almadıkları hatta çoğunlukla ona aykırı işlem yaptıkları ortadadır. ( Polis Vazife Selahiyetleri Kanunu, Kimlik Sorma vs.)
O nedenle değişiklik ile getirilen;
"Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir." hükmü yerine; (Anayasa m.20)... "Kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hallerde, kişinin isteği ile yargı veya idari merciinin kararıyla işlenebilir. Bu veriler hiçbir şekilde işleniş amacı dışında kullanılamaz. Kullandığı tespit edilenler hakkında uygulanacak hukuki idari ve cezai işlemlerin ....kanunla düzenlenir" hükmü getirilmelidir.
Ancak bu şekildeki bir düzenlemeyi içeren bir anayasa hükmü ve bu anlayış temel alması koşuluyla - hükümetin iki senedir çıkarmadığı, bilerek kadük bıraktığı kişisel verilerin korunması hakkında kanunun çıkarılması, demokratik bir anlam taşıyabilir ve güvence oluşturabilir.
4.3. ) 23. Maddeye getirilen "Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir."şeklindeki hüküm ancak; Amme Alacakları Tahsili Hakkında Kanun ile, Maliye Bakanlığı Gelirler İdaresi Başkanlığı Kuruluş ve Yetkilerini düzenleyen hükümler ile, Askerlik Kanunu ve Halkı Askerlikten Soğutma Suçu nedeniyle ilgili kurumların resen soruşturma talebi yetkisinin kaldırılması, bu yetkinin resen kullanılamayacağının ve aynı zamanda vicdani reddin bir hak ve kamu hizmetlerinden yoksunluğu gerektirmeyecek bir durum olarak anayasada yer alması halinde, bir hak ve güvence niteliğine kavuşabilir. Bu haliyle soyut bir düzenlemedir ve hak oluşturmamaktadır.
4.4.) 41 maddeye getirilen düzenleme, anayasal bir güvence oluşturan ve talep hakkı sağlayan bir norm değildir. Soyut düzenleme normudur. -Düzenlemede ( Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.)denilmektedir.
Madde hükmüne "... Çocukların din, inanç ve felsefi eğitimlerinde ebeveynlerin kendi dinsel ve siyasal inançlarına uygun bir eğitim ve öğretim sağlama hakkına saygı esastır" hükmü eklenmeli, Devlet; istismara karşı uluslararası hukukun standartlarına uygun şekilde koruyucu tedbirleri almak ve mekanizmalar oluşturmakla yükümlüdür.Alınacak tedbirler ve oluşturulacak mekanizmaların işlev ve yetkileri kanunla düzenlenir "şeklinde bir düzenleme eklenmelidir..
Bu şekilde olursa ancak düzenleme; mevcut durumda anayasal bir garanti ve bağlayıcı bir işlem talep hakkı yaratabilir. Çocuk Koruma Kanunu, Sosyal Hizmetler Kanunu, Çocuk Esirgeme Kurumu Teşkilat Yasası , Milli Eğitim Temel Kanununda aykırı hükümler ayıklanabilir, uygulama birliği sağlanabilir ve taraf olunan uluslar arası çocuk haklarına ilişkin sözleşmelerde Türkiye'nin hükümlere koyduğu uygulamama çekinceleri kaldırılabilir.
4.5) 51; 53 ve 54 . maddelere getirilen düzenlemeler ile, grev yasakları sürüyor. Ne kamu görevlileri ile işçiler arsındaki sendikal ayrımcılık ortadan kalkıyor, ne kamu çalışanına ve emekliye toplu sözleşme hakkı geliyor, ne de grev yasakları kalkıyor. Sendikal yasakların özü tüm hak ve özgürlüklerde olduğu gibi korunuyor.
"Dahası öneriler Türkiye'nin onayladığı ve uymakla yükümlü olduğu uluslararası sözleşmeleri ihlal eder niteliktedir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından defalarca teyit edilen temel bir ilkeyi - sendikal hakların bir bütün olduğu ve bölünemeyeceği- ilkesini ihlal ediyor. ILO ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre sendika hakkı; doğrudan toplu sözleşme ve grevli toplu eylem hakkını içerir.. Öngörülen değişikliklere bu açıdan bakılmazsa ciddi bir yanılsama ortaya çıkmakta. Grev ve toplu eylem hakkını içermeyen bir toplusözleşme hakkı, gerçekte sendika hakkının ihlalidir".
Değişiklik ile 51. maddede yer alan "aynı anda iki sendikaya üyelik yasağı" kaldırılıyor. Bu değişmesi gereken bir kuraldır. Ancak 51. maddede yer alan en önemli sınırlama olan işçilerin ve kamu görevlilerinin sendikal haklarının ayrı ayrı düzenlenmesi hükmü yani sınırlama korunuyor. Öte yandan yetki prosedürü değişmeden, ve çoğulcu bir toplu pazarlık sistemi oluşturulmadan, aynı anda iki sendikaya üyelik göstermelik bir değişiklik olarak kalmaya mahkum olacak ve yetki kaoslarını artırmaktan başka işe yaramayacaktır.
51 maddenin "herkesin haklarını ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için sendika kurmaya hakkı vardır" şeklinde değiştirilmesi gerekir.
Kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı verildiği iddiası da kesinlikle doğru değildir .Zira 53. maddenin özü korunmakta, sadece toplu görüşmenin adı toplu sözleşme olarak değiştirilmekte ve zorunlu tahkim mekanizması getirilmektedir. ( Bu anlamda 128. Maddeye yapılan ekle, kamu çalışanlarına getirildiği iddia edilen toplu sözleşeme kazanımlarının korunmasına ilişkin düzenleme de, fiilen ve hukuken hiçbir etkisi olmayan yok hükmünde olmaktadır.)Böylece grev hakkı dışlanıyor ve aslında örtülü bir grev yasağı getiriliyor. Taraflar anlaşamazsa Uzlaştırma Kurulu'na başvurulması ve kurulun kararlarına karşı itiraz edilmememsi öngörülüyor.. Uzlaştırma Kurulu ile bugünkü Yüksek Hakem Kurulu (YHK) gibi bir yapı öngörülüyor. YHK işveren ve iktidar ağırlıklı yapısı nedeniyle 12 Eylül'den sonra işçi haklarını yok eden bir mekanizma olmuştur. Yapısı yasa ile belirlenecek Uzlaştırma Kurulu'nun hükümet ağırlıklı olacağını sır değil..
Bütün kamu görevlilerinin grev hakkından yoksun bırakılması ILO sözleşmelerinin ve İHAM kararlarının açıkça ihlalidir. Grev hakkını içermeyen bir toplu sözleşme göstermeliktir ve anlamı yoktur.
Önerilen değişiklik ile emeklilerin de toplu sözleşme hakkı elde edeceği iddia ediliyor. Öncelikle, olmayan bir toplu sözleşme hakkından emeklilerin nasıl yararlanacağını soru işaretdir. Oysa emeklinin toplu iş sözleşmesinden yaralanması gerçekten isteniyorsa, daha uygun yollar vardır.. Öncelikle hükümet emeklilerin sendikalaşması önündeki fiili engelleri kaldırmalıdır. Emeklinin sendikal hakları düşünülüyorsa 51. madde neden emeklilerin sendikalaşmasını kolaylaştıracak şekilde değiştirilmiyor ve emekli sendikasına dava üstüne dava açılıyor. Hükümetin ısrarı ile kapatılan Emekli-Sen davası AHİM'de iken, hükümet tarafından hazırlanan sendikal yasa değişikliklerinde emeklinin sendikal hakları göz ardı edilirken, emeklinin sendika üyeliği yasağı sürerken emekliye toplu sözleşme hakkından söz etmesi inandırıcı değildir.
Grev hakkını düzenleyen 54. madde bilindiği gibi aslında grev hakkını ortadan kaldırıyor. 12 Eylül darbesinin adeta simgesi olan bu maddenin özünde bir değişiklik yapılmıyor. Genel, grev, siyasi grev, iş yavaşlatma ve işyeri işgali gibi yasaklar metinden çıkarılıyor. Peki böylece her türlü grev olanaklı hale mi geliyor? Genel grev serbestisi mi geliyor?
'Siyasi amaçlı grev' 'dayanışma grevi' ve 'genel grev' yapma hakkı getiriliyor" şeklindeki iddia doğru değildir.
54. maddede öngörülen bu değişiklik sonuç doğurucu, yasakları kaldırıcı değildir. 54. maddenin 1. fıkrasında yer alan asıl yasak devam ediyor. Buna göre işçiler sadece toplu iş sözleşmesi sırasında uyuşmazlık çıkması halinde grev hakkına sahiptir. Anayasa bunun dışındaki bütün grevlerin yolunu kapatıyor. Yasalar bunun dışındaki bütün grevleri kanunsuz grev sayıyor.. Maddenin ilk fıkrasındaki yasak devam ettiği sürece 7. fıkradaki yasakları kaldırmak sadece görüntüyü kurtarmak olacaktır. Öte yandan 54. maddenin grev erteleme ve yasaklarına olanak veren hükümleri de aynen korunuyor. Grev ertelemelerinin grevleri olanaksız hale getirdiği de açıktır."(Bkz.AzizÇelik,16Nisan.2010Radikal) .
4.6) -74.madde "dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvuru hakkı" başlığını taşıyor. 1. Fıkrada; "Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye'de ikamet eden yabancıların yetkili makam ve TBMM yazı ile başvuru hakkının olduğu belirtiliyor.
Değişiklik hükmü ile:" Herkesin bilgi edinme hakkı ve kamu denetçisine başvuru hakkından söz ediliyor. Ancak bilgi edinme hakkının kapsamının yorumunda "devlet sırrı ve gizlilik tanımının çok dar yorumlanması esastır, kişinin bundan doğan zararları tazmin edilir" diye bir hüküm konulmamış olması, bu düzenlemenin somut bir hak normu olmasını engelliyor.
Ayrıca burada; aynı maddede aynı hak için iki farklı hak öznesi tanımlanıyor. 1.maddede vatandaşlar ve yabancılara bu hak tanınmaktayken, eklenen değişiklik hükmünde herkese tanınan bir haktan söz ediliyor. Bundan da; yabancılar "yazı ile başvuru hakkını ancak karşılıklılık esası var ise kullanabilecek, ama bilgi edinme ve ombudsmana başvurusu için bu şart aranmayacak" şeklinde bir sonuç çıkıyor.
Vatandaşlar ile yabancılar arasında bir ayırım öngörmek ve yabancılar için karşılıklılık esası getirmek ,Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1. Maddesine aykırı olduğu gibi, insan hakları anlayışı ile çelişen bir durumdur. Bu çelişki giderilmelidir.
Ayrıca tüm gelişmiş demokrasilerde Ombudsman kurumu mali, idari ve yetki açısından bütünüyle bağımsız ve özerk bir denetim kurumu şeklinde oluşturulurken,her türlü denetim ve inceleme yetkisi tanınırken düzenlemede ; "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler."
hükmünün yer alması ve kurumun TBMM Başkanlığına bağlı olacağının belirtilmiş olması, Kurumun kuruluş amacından uzak ve her türlü etkiye açık bir yapıda olacağı gerçeğini ortaya koyuyor.
4.7.) 84 .Maddedeki son fıkrasının kaldırılarak; "söz ve eylemleriyle partisinin kapatılmasına neden olan milletvekillerinin bu sıfatlarının düşürülmesi uygulamansa son verilmiş olması yerindedir.Ancak bu düzenleme; siyasal katılım haklarını genişletilmesi anlamında dönüştürücü etkisi bulunmayan bir düzenlemedir.
Zira;
Siyasi katılım hakların önündeki tüm engeller ve kısıtlamalar korunuyor iken, şekli bir düzenlemenin yerine derhal ;
-Siyasi Partiler Kanunu 81. (Azınlık Yaratılmasının Önlenmesi başlıklı) maddesi değiştirilmelidir.
( Madde 81- Siyasi partiler :a) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler. b) Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar.c) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe' den başka dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.")
-Anayasanın yasama dokunulmazlığı başlıklı 83 maddesi değişmelidir.
- Milletvekili Seçimi Kanununun genel baraj ve hesaplanması başlıklı 33. maddesi derhal değişmeli, seçimlerde ülke barajı kaldırılmalı (veya %3 ) olmalıdır (MADDE 33 - Genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların % 10'unu geçmeyen partiler milletvekili çakaramazlar. Bu siyasî parti listesinde yer almış bağımsız adayların seçilebilmesi de listesinde yer aldığı siyasî partinin ülke genelinde ve ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde yüzde onluk barajı aşması ile mümkündür.)
-Milletvekili Seçimi Kanunu 4.madesinin 1.fıkrası ve seçim ittifakını yasaklayan 16/1 maddesi kaldırılmalıdır.
-Siyasi Partiler Kanunu 3.ve 10. Maddeleri değiştirilmeli, Parti sicilleri C.Başsavcısı tarafından değil, Anayasa Mahkemesi tarafından tutulmalıdır.
- Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yer almasına karşı çıkan partilerin kapatılmasına dair 89. Madde kaldırılmalıdır.
-2298 sayılı Seçimlerin Temel İlkeleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun 52/c ve d. maddeleri kaldırılmalıdır.
Ancak ne yazık ki gerçek demokratik adımlar sayılabilecek bu düzenlemelerin hiçbiri, anayasa değişiklik düzenlemeleri arasında yer almamaktadır.
4.8). Yargı Bağımsızlığı sağlanmıyor. Hakimlik teminatının koşulları yaratılmadığı gibi, var olanlar da kaldırılıyor.
Kamu yönetiminin hukuka bağlı kalmasını sağlayan ve denetleyen, böylece kişilerin özel alanının hukukun egemenliğiyle korunmasını güvence altına alan; "yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesi; bireyin hak ve özgürlükleri aleyhine ve fakat yürütme lehine olacak şekilde değiştiriliyor.
Hakim ve mahkemelerin bağımsızlığı sağlanmıyor, aksine daha ağır şekilde yürütmenin etkisi altına alınıyor. Bireyler, bağımsız mahkemelerce sağlanan eşit hukuki koruma güvencesinden yoksun bırakılıyor.
A) 125 .Maddede yapılan değişiklik ile, Yüksek Askerî Şûranın tüm kararlarına karşı değil, yalnızca ( terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç) her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolunun açılmış olması, eşit bir hukuki güvence getirildiği anlamını taşımıyor.
1612 sayılı YAŞ Kuruluş ve Görevleri hakkında kanun 2.Maddesi " - Yüksek Askeri Şuranın üyeleri; Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, Kuvvet Komutanları, Ordu Komutanları, Jandarma Genel Komutanı, Donanma Komutanı ile Silahlı Kuvvetler kadrolarında bulunan orgeneral ve oramirallerdir. Yüksek Askeri Şuranın Başkanı Başbakandır. Başbakan bulunmadığında Genelkurmay Başkanı Yüksek Askeri Şuraya Başkanlık eder.Yüksek Askeri Şura üyelerinin terfi işlemleri ile ilgili konulardaki oy hakkı ve değerlendirme notu eş değerdedir".der.
Bu hükmün göz ardı edilmesi, Şura'da kararların yalnızca askerler tarafından alındığı şeklinde bir algı oluşmasına ve değişiklik düzenlemeleri ile ; YAŞ'ın tüm kararlarına karşı sanki yargı yolu açılıyormuş gibi bir yanılsama yaratılmasına yol açıyor.
Oysa düzenleme bu haliyle; YAŞ'ta yalnızca irticai faaliyet nedeniyle verilen ihraç kararlarının önünü kesmeye yönelik bir önlem olmak ötesinde bir anlam taşımıyor. Düzenleme bu haliyle; herkes için gerçek bir hukuki koruma güvencesi oluşturmak;-hukuk devleti ilkesinin tüm gereklerini sağlamak, hak arama özgürlüğü önündeki engelleri herkesi için kaldırmak; devletin bütün işlem ve eylemlerini yargı denetimine tabi tutmak ve bu alandaki istisnaları azaltmak; sivilleşme anlamında seçilmişlerin görev alanları ve sorumlulukları ile, atanmışların görev alanlarının ve seçilmişlere bağımlılıklarının modern anayasal demokrasilerin standartlarına ulaştırmak ve ; Cumhurbaşkanının görevlerini parlamenter hükümet sisteminin gereği olarak, klasik görevler düzeyine çekilmesine hizmet etmek amacından oldukça uzaktır.
Açıklanan nedenlerle değişiklik hükmünün demokratik bir düzenleme olabilmesi için; Yargı Yolu başlıklı 125. maddenin 2 fıkrası tamamiyle değiştirilmeli, Yüksek Askeri Şuranın tüm kararları yargı denetimine açılmalı, 1612 Sayılı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun değişmeli, oluşumu ve karar şekilleri şeffaf hale getirilmeli, YAŞ 'ın bütün kararları ve Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlere yargı denetimine tabi tutulmalıdır. Maddenin 2 ve 6. Fıkraları da yürürlükten kaldırılmalıdır.
B) Askeri Yargı başlıklı 145. Madde getirilen düzenleme; ciddi bir yanılsama içermektedir.Değişiklik düzenlemesinde ;asker olmayan kişilerin askeri mahkemelerde -savaş hali hariç- yargılanmasının önüne geçilmesi şüphesiz olumludur. Ancak bu hükmün olumlu olması tüm değişiklik düzenlemesinin olumlu olduğu yanılsamasını yaratıyor. Oysa; maddenin değişiklik içeren düzenlemesinin bütünü değerlendirildiğinde; değişiklik düzenlemesinin adil bir yargılama olanağı ve hakkı sağlama, eşit bir hukuki güvence tanıma amacını taşımadığı, bu haliyle kuşkulu olduğu gerçeği ortay çıkar.
Zira;Askeri mahkemeleri uzmanlık mahkemeleridir. Bu mahkemelerin görev tanımı, mevcut anayasada ; Bu mahkemeler asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler".şeklinde düzenlenmiştir. Değişiklik düzenlemesinde ise;
. "Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür."haline dönüşmektedir.
Böylece; asker kişilerin; askeri suçları,asker kişiler aleyhine işlediği suçları, askeri hizmetleri ve görevleriyle ilgili suçları yanına; askerin görev tanımı ( devleti savunma vs) değişmeden, yargılanacak kişinin sıfatı ve suçun kişinin sıfatına bağlı vasfı değişmeden; "devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine ait suçlar kategorisi yaratılıyor ve bu vasıfların değişmemesi nedeniyle bu suçlara ilişkin yargılama; "yargılamanın gerektirdiği kimi koşullar doğrultusunda kurulmuş olan uzmanlık mahkemeleri olan askeri mahkemelerde yapılması gerekirken; değişiklik düzenlemeleri ile; yürütme erki açısından "oluşumu, işleyişi ve denetimi ile daha güvenilir kılınan" adli mahkemelere devrediliyor.
Bu durumda değişikliği hazırlayan ve referanduma götürenlere şu soruyu sormak gerekmiyor mu?
Yani siz; bu askeri mahkemelerin; asker kişilerin suçlarına ilişkin yargılamalarında adil ve tarafsız olacağına güveneceksiniz, adil yargılama hakkı çerçevesinde bir hak yolu oluşturduğunu anayasanızda ve kanunlarınızda belirteceksiniz; ama savunma görevini verdiğiniz bir kurum mensuplarının, hizmet ve görevleri nedeniyle olsun veya olmasın devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı işleyecekleri suçlarda bu mahkemelerin adil ve tarafsız olacağına güvenmeyecek ,kuşku duyacak, bu yargılamaların adliye mahkemelerinde yapılmasını sağlayacaksınız.
Üstelik bunu, getirdiğiniz değişiklik düzenlemeleri ile : Askeri yargı organlarının (Askeri Yargıtay dahil)kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir" hükmünü getirmiş ve bu mahkemelerin bağımsızlık ve hakimlik teminatı esaslarına göre oluşturulacağını kurala bağlamış olduğunuz ve ayrıca; Mevcut haliyle anayasada; "Askerî mahkemelerden verilen karar ve hükümlerin son inceleme mercii olan Askeri Yargıtay'ın da üyelerini; "birinci sınıf askerî hâkimler arasından Askerî Yargıtay Genel Kurulunun üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla her boş yer için göstereceği üçer aday içinden Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi" hükmünün yer aldığı bir durumda yapacaksınız.
O zaman siz; kendi düzenlemelerinizle getirmiş olduğunuz mahkeme bağımsızlığı ve hakimlik teminatına, bu teminatın gerçekleşebileceğine inanmadığınız için mi bunların gerçekleşebileceği koşulları oluşturmak yerine ; "belli bir kuruma ve mensuplarına ve belli yargı mercilerine duyduğunuz taraflı güvensizliğiniz karşısında, bu alanlara müdahale yetkisi sağlamaya yönelik bir düzenleme getirme amacı mı taşıyorsunuz ?
Zira;
Mahkemelerin bağımsızlığının sağlanması, hakimlik teminatının bütün gerekleriyle geçerli kılınması, eşit hukuki korumanın herkes için güvence altına alınması ve kamu yönetiminin hukuka bağlı kılınması ve bunun sürdürülmesi isteniyorsa: bu şekilde hukuku dolanma yolları yerine; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısı ,işlevi ve denetleme yolları bağımsızlık ve tarafsızlık temel alınarak oluşturulmalı, (DGM yerine oluşturulan) özel yetkili mahkemeleri ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmalı,Anayasanın Sayıştay başlıklı 160. Maddesi değişmeli ve Sayıştay kararları Danıştay denetimine tabi olmalı,Yargılama Usulü Kanunu değişmeli ,adil yargılama ve savunma haklarını kısıtlayan hükümler kaldırılmalı,savunma hakkı, yargılama ve gözaltı süreleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin belirlediği standartlarda olmalı,104 madde düzeltilmeli, Cumhurbaşkanının kimi görevleri yasama, yürütme ve yargıya aktarılmalı , tek başına yapacağı işlemler tek tek sayılmalı yargı denetimine açılmalı, Olağanüstü hal kararnameleri Anayasa yargısı denetimine tabi olmalı, 148. Madde 1.fıkra yürürlükten kalkmalı ve 2. Fıkra değişmeli,.Adil Yargılama Hakkı anayasa hükmü haline getirilmelidir.
Bunların herhangi birini bile yapmadan mevcut yapıyı koruyarak, özenle seçilmiş belirli amaçlar taşıyan kimi nokta değişimler ile, yargının bağımsızlığının sağlanmayacağı, vesayet rejiminin değiştirilemeyeceği ortadadır.
C) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu başlıklı Anayasanın 159. Maddesine getirilen değişiklik düzenlemeleriyle;Kurulun mevcut haline yöneltilen eleştiri konuları aynen korunduğu gibi; bağımsız, özerk ve tarafsız bir yapı ve işleve kavuşturulmak yerine; üyelerin sayısının arttırılması ve üye seçiminde birinci sınıfa ayrılmış yargıçların seçilebilmeleri ile sınırlı şekli bir çoğulculuk sağlama görüntüsü altında, mevcut durumdaki antidemokratik hükümler arttırılıyor. Kurul bütünüyle ve fazlasıyle Adalet Bakanının ve yürütmenin (hükümetlerin) iradesi altına sokuluyor.
Milletlerarası Hukukçular Komisyonu 1953'te Yeni Delhi toplantısında, hukuk üstünlüğü kavramını genel bir formüle bağlıyor. "Hukuk üstünlüğü demek(...) ferdi, keyfi hükümete karşı korumak ve insanlık haysiyetinden faydalanmasını sağlamak için gerekli oldukları tartışılmayan prensipler, müesseseler ve usuller demektir" şeklinde bir tanım getiriyor.. ve bu ilke ve müesseselerin başında da bağımsız bir yargının geldiğini belirtiyor. Komisyon, 1962 tarihinde Lagos'ta düzenlemiş olduğu konferansta bağımsız bir yargının oluşturulması konusunda da;"...toplumda yargı bağımsızlığının teminat altına alınması çok önemli bir konudur. Hukuk mesleği mensupları her ülkede sade vatandaşlık görevlerinin üstünde ve ötesinde, kendi ülkelerinde yargı bağımsızlığını gerçekleştirmenin yol ve imkânlarını araştırmak gibi özel bir görevle yükümlüdür... Hâkimlerin atama, terfi ve azillerinin yürütme ve yasama organı tarafından farklı usullerle gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu organların görevini iyi bir şekilde yaptıkları evrensel bir kabul görmediğinden, bu işlemler yürütme ve yasama organına bırakılmamalı... bağımsız bir organa tevdi edilmelidir" şeklinde sorunun yakıcılığını ortaya koyan bir tespitte bulunuyor.
Değişiklik düzenlemesiyle 159. Maddeye getirilen; "Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir...Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir.... Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme,geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir." "Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karsı yargı mercilerine başvurulamaz." "Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere(hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme;görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç isleyip islemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında incelemeve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır.... Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı( Adalet Bakanı) tarafından atanır." Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir." şeklindeki hükümler her okuyanın açıkça anlayacağı şekilde :
1 )Adalet Bakanın kurulun tüm gündemini belirleme konumu korunuyor ve güçlendiriliyor.
2. Kurulun tüm kararları yargı denetimine açılmıyor. Sadece ihraç kararlarının yargıya götürülmesinin önü açılıyor.
3. Hakim ve savcıların denetleme, araştırma ve incelemele ile soruşturmalarını yapan Teftiş Kurulu, Hakimler Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanıyor. Teftiş Kurulunun başkanlığını yapacak olan genel sekreterin Adalet Bakanı tarafından atanması öngörülüyor.
4.Hakim ve savcılar hakkında denetleme,araştırma, inceleme ve soruşturma izni Adalet Bakanı tarafından veriliyor.İşlemlerin de adalet müfettişleri değil, Kurul Müfettişlerince yapışacağı düzenleniyor.Mevcut anayasadaki hali ise; (144. Madde) Adalet Bakanının değil, Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişlerine tarafından yapılacağı düzenlenmekteydi.)
5. Anayasanın Hakimlik ve Savcılık mesleği başlıklı 140. Maddesi; " Hakimler ve Savcılar idari görevleri bakımından Adalet Bakanlığın bağlıdır" hükmü korunmakla kalmıyor,adalet hizmetleri ve Hakim ve savcıların idari görevleri bakımından denetimini yapacak adalet müfettişlerinin Adalet Bakanı tarafından atanmasını öngörüyor.
6.Getirilen düzenleme ile; Avrupa Yargıçları Danışma Kurulunun 1,2 ve 10 numaralı raporlarına da aykırı davranılıyor.Yürütmenin hiçbir şekilde Kurulun üye seçimine müdahale etmemesi, üyelerin yalnızca; yargı mensupları arasından yargı organlarınca ve hukuk bilim dallarında görev yapan üniversite elemanları arasından, üniversite öğretim üyelerince doğrudan seçilebilmeleri şeklindeki ilkeleri ihlal ediliyor ve Kurulun dört asıl üyesinin Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği belirtiliyor.
Bu gerçeklikler karşısında getirilen düzenlemenin; hakimlik ve savcılık mesleğine alınmada terfi ve atamalarda, inceleme ve soruşturmalarda bağımsız ve objektif kriterler ile liyakatın esas alınmasını, Kurulu, mahkeme ve hakimleri; yasama ve yürütme erkleri karşısında bağımsız kılacağını ve hakimlik teminatını sağlayacağını; yargıyı adil, şeffaf ve sağlıklı şekilde işler kılacağını iddia etmek ve üstelik buna inanmak, ne denli sağlıklı ve objekif bir düşünce biçimi olacaktır?
Kurulun; "yalnızca meslekten ihraç kararlarını yargıya götürme yolunun açılmış olmasını; yargılmayı yapacak olan hakim ile, ihraç kararını yargıya götürecek olan hakimi; atayan, terfi ve tayinlerini yapan, haklarında denetim, soruşturma ve inceleme yapılmasına izin veren, adli ve idari olarak amiri konumunda olan iradenin aynı olması karşısında; ne oranda etkili, amaca uygun ve tüm etkilerden bağımsız , hakkaniyeti gözeten bir hukuki koruma yolu oluşturabileceğini; ne denli uygulanabilir olduğunu sorgulamadan ve düzenlemelerde bunun önündeki tüm engellerin ve sınırlamaların halen ve artan ölçüde korunmuş olduğunu görmeden, demokrasi adına alkışlamak, tartışılması gerekli yanıltıcı bir davranış değil midir ?
D)-Anayasa mahkemesi başlıklı 146 . maddeye getirilen düzenleme; üye sayısını arttırıyor; fakat ne üye seçiminde çoğulculuk sağlıyor, ne de demokratik bir karma sistem oluşturuyor. Üye seçiminde kurumların göstereceği adaylar arasından seçme ve atama yetkisini, bütünüyle Cumhurbaşkanına bırakıyor. Yargıya ve diğer kurumlara kendi içinden doğrudan üye seçme olanağı tanınmadığı gibi, TBMM'in seçeceği üyeler üç ile sınırlı tutuluyor ve Meclisin üye seçme sistemi, fiilen iktidar çoğunluğuna yani yürütmeye bırakılıyor.
Zira; Meclisin seçeceği üç üyeyi nitelikli oy çoğunluğu ile değil, ( üçüncü oylamada en fazla oy alan ) basit oy çoğunluğu ile seçmesi öngörülüyor..Bu da Mecliste olası bir uzlaşma problemi çıkması ihtimali karşısında, üçte iki çoğunluğun aranması yerine, Meclisi devre dışı bırakma, kaçma yönteminin tercih edildiğini gösteriyor.
Böylece; demokratik düzenlerde iktidarın keyfiliğini önleme ihtiyacı ile, çoğulcu, karma bir anlayışla oluşturulması ve tarafsızlık ilkesiyle işlemesi gerekli, fren mekanizması nitelikli bu kurum, bu özelliklerden hiçbirine sahip kılınmadan, bütünüyle yürütmenin hakimiyetine bırakılıyor.
Üyelerin görev süresinin 12 yıl ile sınırlanmasının öngörülmesi, yargıçların bağımsız ve tarafsız görev yapmalarını engelleyici niteliktedir. Bu düzenleme, değişiklik düzenlemesi ile getirilen Geçici 19. madde de öngörülen; "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanır.Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde üye seçimleri yapılır" şeklindeki hüküm ile birlikte değerlendirildiğinde, düzenlemenin mevcut yapıyı demokratikleştirme değil, değiştirme amacını taşıdığı ortaya çıkıyor..
Madde kapsamında; " bireysel başvuru hakkı" tanınmış olmasının nispi bir olumluluk olması dışında; anayasa mahkemesinin bireyi değil devleti ( şimdi de hükümeti ve çıkarlarını) önceleyen niteliği, işleyiş biçimi ve üye yapısı; diğer hukuki yolların tüketilmesi koşulunun getirilmiş olmasının yaratacağı zaman süresinin uzunluğu, başvuruya ilişkin gerekli usul yasalarının düzenlenmesinin ne zaman yapılacağının belirsizliği karşısında; şekli bir düzenlemeden başka bir anlam taşımayacağı, hak yaratma olasılığının zayıf olduğu ve hatta; bu şikayetlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürülmesinin devlete çok ciddi bir maddi külfet yaratmasının önüne geçme girişimi olduğu ihtimali çok yüksektir.
Genel Kurmay Başkanı, Kara, Deniz, Hava Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanın görevleri dolayısıla yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmalarının düzenlenmesi, anlamlı ve önemlidir. Ancak, uygulamada yer bulmayacak, soyut kalmaya mahkum bir düzenlemedir. Zira Anayasa Mahkemesinin; bu şekilde hakim siyasi yapının bir uzantısına dönüştürülmesi, yürütmenin iradesinin belirleyiciliğine bırakılmış olması karşısında, yüce divan olarak adil ve tarfsız bir şekilde görev yapabilmesi ve yargılamaları gerçekleştirebilmesi ciddi olarak kuşkuludur. Türkiye tarihinde siyasi erk dengelerinin oluşumu ve yaratıkları etkiler karşısında, siyasiler ile ilgili bugüne kadar yapılan Yüce Divan yargılamalarında ( Mesut Yılmaz, Atalay Çoşkunoğlu, Koray Aydın vs. ) hakkaniyete ve adalete uygun, kamuoyu vicdanına hitap eden herhangi bir sonuç alınmadığı unutulmamalıdır.
E) Değişiklik düzenlemelerinde; hak öznesi olarak mağdur konumda olan birey ve birey gruplarının
( Kürtler, aleviler azınlıklar, ateistler, eşcinseller, özürlüler, yaşlılar,emekliler, kimsesizler, göçmenler vs.) mağduriyetlerini giderecek hükümler olmadığı gibi, siyasal sistemin (etnik, dinsel, cinsel, düşünsel temelli) dışlayıcı resmi söylemini demokratik bir kapsayıcılığa dönüştüren bir düzenleme de yer almıyor. Temel hak ve özgürlükler alanında sorunlu olan, sınırlamalar getiren anayasa maddeleri aynı şekilde korunuyor, insan hakları açısından düzenlenmeyen eksik olan alanlar, düzenlemeye tabi tutulmuyor.
Yukarıda tek tek irdelenen değişiklik düzenlemelerinin, demokratik olabilmesi ve bu yönde bir niyet ve açılım oluşturabilmesi için, hiç değilse aşağıda sıralanan bu eksiklikleri tamamlama ve sınırlamaları kaldırma amaçlı olması gerektiği ortadadır;
1.Anayasanın temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması başlıklı 15.maddesinde 1. fıkradan sonra gelmek üzere; "alınan tedbirlerin ırk, renk, cinsiyet, dil, sosyal veya etnik kökene dayalı ayrımcılık içermesi yasaktır" hükmü eklenmelidir.
2.Anayasanın Din ve Vicdan Hürriyeti başlığını taşıyan 24. maddesindeki "Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu dersler arasında yer alır" cümlesi çıkarılmalıdır.
3.Anayasanın vatandaşlık başlıklı 66. Maddesi; "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" şeklindeki ifade, etnik bir aidiyeti çağrıştırmayacak bir düzenleme haline getirilmelidir. (Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır")
4-Ana dilin kullanılması, eğitim ve bu dillerde ifade özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı, bu yasağı düzenleyen Anayasanın 42. maddesinin son fıkrası- .( "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez") metinden çıkarılmalıdır.
5.Anayasanın Mahalli İdareler başlıklı 127 madde 3. Fıkrada düzenlenen "Merkezi idare......... mahalli idareler üzerinde idari vesayet yetkisine sahiptir" hükmü yeniden yazılmalıdır.
6.- 129. Maddenin birinci fıkrasına ) " Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak ve ayrımcılık yasağına uyarak faaliyette bulunmakla görevlidirler." hükmü eklenmeli ve ayrımcılık yasağına uymama nedeniyle alınan mahkumiyetler görevden men nedeni sayılmalıdır.
7. Anayasanın 136. Maddesinde düzenlenmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır.
8. Bağımsız bir kamusal alanın unsurları olan; basın özgürlüğü , haberleşme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ile medyanın çeşitliliği önündeki tüm engeller ve kısıtlamalar kaldırılmalı;
Anayasanın 26. maddesi ve Bilim ve Sanat Hürriyeti başlığını taşıyan 27. maddesindeki bilim ve sanat eserlerini yayma hakkını kısıtlayan, hakkın kullanılmasını fiilen ortadan kaldıran ikinci ve üçüncü fıkralar çıkarılmalıdır.
-Basın özgülüğünü düzenleyen 28 ve 29. Maddeler değiştirilmelidir.
9. 131 . Maddede düzenlenen Yüksek Öğretim Kuruluna ilişkin düzenleme, bütünüyle değiştirilmeli Kurul; üniversitelerin kendilerinin seçtiği üyelerden oluşan özerk, bağımsız bir koordinasyon kurulu haline dönüştürülmelidir.
10.-Radyo Televizyon Üst Kurulunun yapı ve işlevini düzenleyen 132. Madde bağımsız, özerk ve tarafsız bir yapı oluşturmak temelinde yeniden yazılmalıdır.
Sonuç
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanmış olduğu üzere, anayasa değişikliği düzenlemeleri; demokratikleşme amaçlarından ve gereklerinden uzak, siyasal sistemde özgürlük ve eşitlik anlamında herhangi bir olumlu etki yaratmaksızın, dikkatle seçilmiş, belirli bir değişim amacı taşıyor.
Bu değişiklik düzenlemelerinin evet oyu alması halinde; .Türkiye'de demokrasi, seçimlere biçimsel katılım düzeyi ile sınırlı kalmayı sürdürecektir. Yeni demokratik süreçlerin kontrolden çıkıp, solun gereğinden fazla toplumsal güç elde etmesine olanak vermeyen bu yapı, 'yönetilemezlik' halinde bir alternatif olarak ordunun hazırda beklemesini de, sistemin parçası kabul etmeye devam edecektir. Daha geniş halk katılımını ve daha fazla sosyal adaletin temelini oluşturan toplumsal reform, gündemden tamamen uzaklaşacak, toplumsal reformsuz tek başına bir biçimsel demokrasi de, ekonomik eşitsizliği artıracağı için toplumdaki eşitsiz erk paylaşımını yoğunlaştıracaktır. Böyle bir biçimsel seçim demokrasisinde sivilleştirilmiş muhafazakâr bir rejim, açık otoriter bir rejimin karşılaşabileceğinden daha az halk direnişiyle karşılaşacağı için; daha fazla zarara uğramdan acı, hatta daha baskıcı toplumsal ve ekonomik politikalar izleyecek, ilerici reformları engelleyecek ve statükoyu korumaya devam edecektir.
Mevcut siyasal yapı, ekonomik statükonun korunmasını sağlayan hâkim muhafazakâr partiler yaratmayı sürdürecektir. Ekonomik büyüme hedefli neoliberal politikalar devam edecek, daha az ayrıcalıklı olan insanların ekonomik sıkıntıları artacak, global sermaye ve rekabetçi rüzgarları kısa vadeli ekonomik krizlerin yapısal etkilerini arttıracaktır. Çoğunluğun ekonomik sıkıntılarının, daha demokratik bir politik kültürün yararlarıyla dengeleneceği beklentisi geçici olarak yatıştırılmış, siyasi gerilim azaltılmış, "yeni bir anayasayı demokratik meşruiyeti daha yüksek koşullar altında yapma ihtimali" belirsiz süreliğine ortadan kalkmış olacaktır.
Tüm bu gerçekler karşısında;toplumu özgürlükçü bir eşitlik temelinde dönüştürmeyi, bu değişim ve dönüşümü yönetmeyi amaç edinen, sol ve demokrat bir projeye gönül verenler olarak bizlerin; pragmatizmin kuralsızlık değil; söylem,araç ve amaç arasındaki anlamlı bütünlüğü koruma ve değişen şartların değişen koşullarında da, bu anlamlı bütünlüğü bozmadan davranabilme metodolojisi olduğu gerçeğini unutmadan;"faktör analiziyle olasılığı saptanmış şeylere güvenmek yerine, olanaklı olana karşı bir tutkuya sahip olmamız" ve olanaklı olanın gerçekleşmesini sağlayacak koşulları yaratmaktan yana tavır takınmamız gerektiğine inanıyorum.
Sol ve demokrat bir tutumun gereği olarak, anayasa değişiklik düzenlemelerine hayır denilmesini gerektiğini düşünüyorum. (NOB/TK)