Ama nasıl sadece kadın olmak misal feminist olmak anlamına gelmiyorsa eşcinsel olmak da kendiliğinden aile muhalifi olmak anlamına gelmiyor bence.
Dolayısıyla Almodovar çekirdek aile modeline ve onun hiç durmadan doğallaştırılan ve normalleştirilen bir kadın, bir erkek ve mümkünse çocuklardan oluşan biçimine siyasal ve kültürel olarak karşı çıktığından değerli benim için.
Onun sinemasal evreninde fahişeler ve travestiler, sinir krizinin eşiğindeki kadınlar ve histerikler son derece olağan bir biçimde boy gösteriyorlar ve sevgiyle anlatılıyorlar.
Kadınların dünyası
Volver (Dönüş) ise sadece kadınlara ve onların dünyasına odaklanması bakımından "klasik" Almodovar evreninden bir ölçüde kendini ayırıyor. Bir ölçüde dedim çünkü Almodovar her zaman kadınların dünyasını anlatmayı seven bir yönetmendi, ancak bu filmde sadece o dünyaya bakıyor.
Yaşlı, genç, ergen, seksi, sıradan, korkak, dikbaşlı, uyumlu, yalnız, hasta, başına buyruk birçok kadının hikayesi bir arada anlatılıyor. Bir kere Almodovar, bu kadar kadın düşmanı bir dünyada, keza kadın düşmanı bir sinema sektöründe kadınlara müthiş bir empati ve sevgiyle bakıyor.
Kadınların dünyasının renkliliğini, neşesini, gücünü, muhabbetini, kızgınlığını hem de hiç estetize etmeden ama muhakkak kadınlardan yana saf tutarak sakince tasvir ediyor Volver'de.
İki kız kardeş, büyük kardeş Raimunda'nın ergenlik çağındaki kızı, kız kardeşlerin teyzeleri ve anneleri, teyzelerinin oturduğu evin karşısındaki evde annesi ortadan kaybolduktan sonra tek başına yaşayan Augustina, Raimunda'nın fahişe komşusu, ev kadını komşusundan oluşan bir kadınlar ordusunun hikayesini iç içe anlatıyor film.
Volver'in kadınları birbirleriyle başta erkekler olmak üzere neredeyse hiçbir şey için rekabet etmiyor. Birbirlerini kıskanmıyor, hırpalamıyor, kavga etse de affediyor ve dayanışma duygusuyla davranıyor. İnsana "böylesi de mümkün demek ki" dedirtiyor bu kadınlar.
Raimunda'nın büyüsü
Örneğin Penelope Cruz'un oynadığı Raimunda karakteri son derece güzel ve seksi, ama film boyunca bu bir kez bile söylenmiyor. Diğer kadınlar onun yanında kendilerini çirkin ve değersiz hissetmiyorlar, o seksi bir kadın sadece.
Ama bu durum kadınlar arası en iyi erkeği ve koca adayını tavlamak üzere kurulmuş bir evrendeki en önemli silah olmaktan çok uzak. Bir karede fahişe komşusu Raimunda'nın dekolte kıyafetleri sayesinde daha fazla para kazanabilecekleri gibi bir espri yapıyor, bir kere de annesi göğüslerinin ne kadar büyük olduğunu daha önce fark etmediğini söylüyor. Hepsi bu.
Ayrıca son derece güzel ve seksi olması onun hikayesini diğer kadınların hikayesinden farklılaştırmıyor; o da para kazanmak için son derece ağır işlerde çalışıyor, evde yemek yapıp çocuğuyla ilgileniyor, aşağılık kocasının kızını ensest bir ilişkiye zorladığı gerçeğiyle yüzleşiyor, para kazanmak için çırpınıyor, geçmişinde yaşadığı babasının tecavüzüyle baş etmeye çalışıyor.
Ayrıca Raimunda karakteri uzun zamandır filmlerde rastlamadığım kadar gerçek ve güçlü bir kadın karakterdi. Kadınların ya inançlı rahibeler, ya fettan baştan çıkarıcılar ya da iyi eşler olarak anlatıldığı binlerce klişen sonra böyle sade, güçlü, yaşadıklarıyla hesaplaşacak cesareti olan ve ayakta durmak için sonuna kadar mücadele eden bir kadın kahramanın büyüsü beni mest etti.
Sıradan ve hakiki
Ama sadece Raimunda mı değerli olan? Şüphesiz değil. Onun daha naif ve kaçak kuaför salonunu işleterek hayatını kazanmaya çalışan naif kız kardeşi; ergenliğin bunaltısı babasının tacizi ve talihsiz bir biçimde onu öldürmek zorunda kalışıyla katmerlenmesine rağmen dünyayla bağlantısını kesmemek için uğraşan ve annesini anlamaya çalışan Raimunda'nın kızı; yaşlı ve hafif kaçık teyzeleri; ihaneti, ölümü ve vefa duygusunu yaşamış olan anneleri; annesinin başına ne geldiğini araştıran, kendi hastalığıyla boğuşan ve ahlaklı birisi olmak için direnen komşuları Augustina.
Hepsi birlikte bize Hollywood klişelerinin hem bakımlı hem seksi hem iş hayatında başarılı hem de hayatının erkeğini bulacağına inanan ruhsuz kadın karakterlerinin dışında gerçek ve canlı kadın portreler çiziyorlar. Bazen güçlüler, bazen bunalıyorlar, bazen uzlaşıyorlar, bazen dağılıyorlar.
Ama hepsi kendi hikayesine sahip çıkmak, hayatını kurmak ve gerçeklerle yüzleşmek ve hesaplaşmak konusunda müthiş, nerdeyse tutkulu bir direnç gösteriyorlar. Gerçek hayattaki kadınlar gibiler yani, öncelikle bakım işleriyle uğraşıyorlar, yaşlıların ve çocukların bakımı; sonra para bulmak ve hayatta kalmak için didiniyorlar; sonra da kendi varoluşlarına biraz neşe, ümit ve mizah duygusu katmak için çırpınıyorlar.
Kadın dayanışması
Fatih Özgüven, Radikal2'deki 'İlla ki öyle olacak' başlıklı yazısında filmdeki kadınlar arası ilişkilerin "kadın dayanışması" gibi "ciddi" bir ifadeyle nitelendirilemeyeceğini söylemiş. Oysa kadın dayanışması tam da filmde anlatıldığı gibi bir şey bana sorarsanız.
Bazen ciddi, bazen alaycı ama temelinde Raimunda'nın fahişe komşusuyla birlikte ölen kocasını gömmeye gittiği zamanda olduğu gibi zor zamanları birlikte göğüslemekle ilgili bir şey. Modern dünya biz kadınlara herkese verdiğinden biraz daha fazlaca boşluk duygusu veriyor.
Çocukluğumuzdan beri hayatımızın erkeğini bulmaya programlanmış olarak yetiştiriliyoruz, sonra büyüdüğümüzde aslında hayatımızı tek bir erkekle geçirmek zorunda olmadığımızı fark ediyoruz.
Ama mesele tek erkek mi, birden fazla erkek mi, cinsel özgürlük mü, huzurlu bir ilişkinin sakin suları mı karşıtlıklarının temsil ettiğinden çok daha farklı. Mesele bir erkekle ya da değil, kurumsal bir ilişkinin içinde ya değil, biz kadınların erkeklerle olan ilişkilerini, ilişki kurma tarzımızı değiştirmemiz, hayatlarımızın birincil gündemi yapmaktan çıkarabilmemiz.
Yoksa örneğin müthiş bir paradoksmuş gibi gözükmesine rağmen hem "radikal" hem "bağımlı" bir kadın olmak aslında an meselesi.
Ama kadın arkadaşlar iyidir!
İşte bu nedenle kadın arkadaşlar ve kadın dayanışması denilen şey, sadece teorik bir güzelleme olmanın çok ötesinde, çok mühim pratik anlamlar da ifade ediyor. İçerdiği bütün rekabet, birbirini fazla fazla meşrulaştırma gibi risklere rağmen, birbirimizden başka kimsemiz yok aslına bakarsak.
Bir adamın aşkı için kendimizden vazgeçmeye kalktığımızda, kendi varoluşumuzu ancak bir erkekle "tamamlanarak" kurduğumuzda, yalnız ve parasız kaldığımızda, hayatın türlü çeşitli gailesi ve tasası bir pranga gibi her yerimizi kıstırdığında, bize ümit ve neşe veren, kızan ama terk etmeyen, "sen düşersen ben seni tutarım" diyen aslında sadece onlar, kadın arkadaşlarımız.
Birbirimizle kurduğumuz dayanışma ilişkileri ve onların yarattığı direnme odakları olmadan patriyarka ve erkeklerin çıkarları tarafından acımasızca belirlenmiş bu dünyada müthiş yalnızız.
Hayata karşı daha güçlü ve hakiki bir duruşa sahip olmak için, korkmamak ve bize dayatılan güç ilişkilerine teslim olmamak için, hayatımız boyunca aynı şablonları şizofrence tekrarlamamak için birbirimizle daha çok konuşmalı, daha çok eleştirmeli ve en önemlisi daha çok dayanışmalıyız.
Belki o zaman kendimizle erkeklerin gözleriyle bakmaktan vazgeçer ve öncelikler sıralamamıza başka şeyleri de dahil edebiliriz, daha yaratıcı, daha üretken ve bizi daha güçlü kılacak şeyleri.
Belki o zaman hayatta kadın arkadaşlarla içilen sıcak bir çayın ve hayata ve kadınlara ve erkeklere ve ilişkilere biraz daha yukarıdan bakmanın verdiği mutluluk duygusunu yaşarız. Ve tıpkı Perihan Mağden'in bir zamanlar yazdığı gibi bu kalpsiz dünyaya yerse deriz, yemezse de jarse! (ÖSG/BA)