Alman meslektaşı için "cesur davrandı" diyen Blair'in "Fikir ayrılıklarına rağmen, kimse Schröder'den şüphe duymuyor" dediği öne sürülüyor.
Britanya'dan gelen bu sıcak mesaj, ABD'nin Irak politikasına kesin olarak "hayır" diyen Berlin'in, hiç de muhalefetin iddia ettiği gibi bir izolasyon içinde olmadığını gösteriyor.
SPD'nin kaybedenlere katılması beklenirken
Kısa bir süre öncesine kadar, Almanya Sosyal Demokrasi Partisi'nin de (SPD), Kıta Avrupası'nda büyük, küçük birçok ülkede seçimleri birbiri ardına kaybederek, iktidarı sağcı, liberal hatta ırkçı partilere devreden sosyal demokrat partiler arasına katılacağına kesin gözüyle bakılıyordu.
Kamuoyu yoklamaları, daha iki hafta önce özellikle işsizlikle mücadeledeki başarısızlığın sorumlusu olarak görülen Sosyal Demokrat - Yeşil Koalisyon'un 22 Eylül Pazar günü gerçekleştirilecek seçimleri kaybedeceği ve sağcı Hıristiyan birlik partileri, Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile Hür Demokrat Parti'nin (FDP) oluşturacağı ortaklığın yönetimi devralacağına işaret ediyordu.
Schröder'i ancak bir "mucize" kurtarabilirdi.
Selle gelen "mucize"
Ve o "mucize" gerçekleşti. Almanya'nın güneyini, ama özellikle eskiden "sosyalizm"in egemen olduğu doğusunu etkisi altına alan sel felaketi, Schröder'in ve hükümetinin halkın gözündeki popülaritesinin artmasını sağladı.
Felakete uğrayan insanlara kısa sürede maddi ve manevi desteği, bürokratik gecikmelere yer vermeden ulaştırabilen, hiç gecikmeden felaket bölgesine gidip felaketzedelere moral veren Schröder ve bakanları, hükümete güvenin artmasını sağladılar ve bu durum kamuoyu yoklamalarına hemen yansıdı. Hem Schröder'in kişisel popülaritesi, hem de koalisyon hükümetine destek yükselişe geçti.
Almanya artık "kendi yolunda gidecek"miş
Schröder'in ve hükümetinin, rakiplerini geride bırakıp, tam olarak öne geçmesi ise "dış politika"daki tavır değişikliğiyle oldu. Schröder'in imdadına Saddam Hüseyin'le Georg Bush yetişmişti. ABD Başkanı'nın babasının yarım bıraktığı işi tamamlamak ve Saddam'ın iktidardan devirmek için hazırlıklar yaptığına dair işaretler yoğunlaşıyordu.
Bush, bunun için Afganistan harekatında olduğu gibi müttefiklerince destekleneceğine emin görünüyordu. Hele Almanya'dan yana hiç şüphe yoktu. Hatırlanacağı gibi, Schröder, 11 Eylül saldırılarından sonra Almanya'nın "uygarlığa savaş açan terörizme karşı savaşta" ABD'ye "sınırsız destek" vereceğini açıklamış, gerek kendi partisi, gerekse iktidar ortağı Yeşiller'den gelen itirazları da bastırmıştı ve bu "sınırsız destek"in gereklerini yerine getirmişti.
Amerikan askeri çevrelerinden, Afganistan'a gönderilen ve Amerikan askerleriyle birlikte dağlarda "El Kaide" avınca çıkan Alman komandolarının "çok iyi" olduklarına dair övgüler, basında haber olarak geniş yer alıyordu.
Almanlar, sadece Afganistan'a değil, Amerikalıların istemi üzerine, Afrika Boynuzu'nu denizden kontrol etmek üzere Somoli açıklarına askeri gemiler göndermişti. Bir süredir de, yine Amerikan talebi üzerine, özel eğitimli askerler, Irak - Kuveyt sınırında, kimyevi ya da biyolojik silahların kullanılması durumda devreye girmek üzere Kuveyt'e gönderilmişti. Bu arada çok sayıda Alman askeri Balkanlar'da, Makedonya ve Kosova'da "barışı koruma" görevlerini sürdürmeye devam ediyorlardı.
Yarım yüzyıllık tabuyu yıktılar
Ancak, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Alman ordusunu ülke sınırları dışında savaşa, savaş olasılığı olan bölgelere gönderen, Yugoslavya'nın altını üstüne getiren hava bombardımanlarına başından itibaren katılan, böylece 50 yıllık tabuyu yıkan Sosyal Demokrat-Yeşil Koalisyon, bu politikalarının örgütlerde ciddi kan kaybına neden olduğunu görüyorlardı.
Afganistan müdahalesinin başarısızlığı, oraya "barış ve demokrasi" götüren müttefiklerin, binlerce suçsuz insanı yanlış hedeflere gönderilen bombalarla telef etmesi, binlerce savaş esirinin yok edildiğine dair ciddi ipuçları, iki dünya savaşının yıkımlarının da etkisiyle yarım yüzyıldır toplumun tüm dokularına yerleşmiş "savaşa karşıtlığı"nı besliyordu.
Bu durum, Sosyalist Doğu Almanya'nın iktidar partisi SED'nin (Sosyalist Birlik Partisi) devamı olan ve birleşmeden sonra parlamentodaki en küçük muhalefet partisi olarak siyasi yaşamını sürdüren PDS'i (Demokratik Sosyalizm Partisi) savaş karşıtı oyların adresi haline getiriyordu.
"Müttefikiniz Bush'a hala telefon etmediniz..."
Ve Schröder, seçime iki hafta kala Schröder, bombasını patlattı, Almanya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar alsa bile Irak'a asker göndermeyi ya da askeri harekata parasal katkıda bulunmayı reddediyordu.
Başbakan, "Bu ülke benim yönetimimim altında bir maceranın hizmetine girmeyecek" derken, Irak'a saldırıp, "dünyayı ateşe atmaya" hazırlanan Amerikan çözümüne net ve sert ifadelerle karşı çıkıyordu. Muhalefet partileri şaşkınlık içindeydi. Muhalefetin başbakan adayı, CSU'lu politikacı Edmund Stoiber, Schröder'le karşı karşıya geldiği TV düellolarında, "Ama siz müttefikimiz sayın Bush'a hala telefon etmediniz. Almanya'yı izole ediyorsunuz. Biz de savaşı istemiyoruz ama... Saddam kesinlikle uygarlık için bir tehdit. Ya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi askeri müdahale kararı verirse" gibi ifadelerle bu konuda açık bir tavırlarının olmadığını sergiliyordu.
Schröder'in söyledikleri ise karşı tarafa tek bir açık kapı bırakmıyordu. Uluslararası toplumun görevinin, Irak'ın kimyasal, biyolojik ve kitle imha silahlarına ya da bu silahları üretme kapasitesinin bulunup, bulunmadığını kontrol etmek, varsa imha etmek olduğunu hatırlatan sosyal demokrat politikacı, hedefin Irak yönetimini bu görevi üstlenecek uluslararası uzmanlara yeniden izin vermeye, serbestçe çalışma ortamı sağlamaya zorlamak olduğunu vurguluyordu. Bush'un ise bu ortak hedefi bir kenara bırakıp, askeri müdahaleyle Saddam'ı devirip, Irak'ta bir yönetim değişikliğini hedeflediğine dikkat çeken Schröder, her fırsatta "Bu bir maceradır. Almanya artık kendi yolundan gidecek" diyordu.
Schröder'e destek: yüzde 49'dan yüzde 64'e
Schröder'in bu çıkışı etkisini hemen gösterdi. Kamuoyu yoklamalarında daha önce oyların ancak yüzde 29'unu alabilen hükümet partilerinin, oy oranı yüzde 41'e fırladı. Hele Schröder'i yeniden başbakan olarak görmek isteyenlerin oranı ise yüzde 49'dan yüzde 64'e çıkmıştı.
Muhalefet partileri, Schröder'i "dış politikayı, seçim tartışması yapmaması" yolunda uyarıyorlar, ancak halkın giderek tırmanabilecek ve sonuçları şimdiden kestirilemeyecek bir savaşa ilişkin endişelerine uygun politikalar geliştirmekte aciz kalıyorlardı.
Schröder ve ekibi ise "seçim yatırımı" iddialarını reddediyor, konunun bu alandaki son gelişmelerden dolayı gündeme geldiğini hatırlatıyorlardı. Londra hariç Avrupa'nın diğer büyük başkentleri gibi Berlin'in de ABD'ye "hayır" demesini barış yanlılarına rahat bir nefes aldırıyordu.
Schröder'in barışçılığı
Almanya'nın itirazının netleşip, sertleşmesinin harekata "hayır" diyen ya da demeye hazırlanan diğer ülkeleri de cesaretlendirmesi bekleniyordu. Nitekim, AB ülkelerinin dışişleri bakanları Irak'a savaşa karşı olduklarını açıkladılar.
Herhangi bir müdahale için Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin kararları gerektiğini açıkladılar. Ancak zaman içinde bu cephe, en zayıf olduğu yerde, sağcıların iktidarda olduğu İspanya ve İtalya'da yıkıldı. Her iki ülkenin liderleri, Bush'a biat edeceklerini açıklıyorlardı.
Öte yandan soldaki parti ve aydınlar ise, Schröder'in birdenbire başlayan barışçılığını samimi bulmuyor, seçimden sonra yeniden eski politikaya dönülebileceğini hatırlatıyorlardı.
Bu arada Almanya'nın dünyanın en zengin petrol yataklarının bulunduğu bu ülkeye yapılacak askeri müdahaleye ilişkin "titizliğinin" gayet normal olduğunu hatırlatıp, Schröder'in çıkışının basit bir seçim taktiği olmadığını hatırlatanlar da seslerini duyurmaya başlamışlardı.
"Savaştan sonra ne olacağı açık değil!"
"Tüm sonuçlar üzerinde düşünmeden ve Orta Doğu'nun tamamı için bir politik konsept olmadan, Irak'a karşı bir savaşı konuşmaya" karşı olduğunu söyleyen Schröder, 11 Eylül'den sonra Almanya'nın ittifak içinde dayanışmaya hazır olduğunu kanıtladığını, ama "macera"ya karşı olduğunu söylüyordu.
Irak'a karşı bir harekata parasal destekte bulunarak da katılmayacaklarını söyleyen sosyal demokrat başbakan, eskisi gibi "Almanların fiilen katılmayıp, masraflarını karşılaması biçimindeki işbölümleri artık geçerli değil" deyip, kendisinin "her koşulda" buna karşı çıkacağını, "çek defteri"nin politikanın görevini üstlenmesine son vereceğini de açıklıyordu.
Schröder'i Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Joschka Fischer izledi. "silah kullanarak Bağdat'ta bir iktidar değişikliği" hedefinin öncelikleri yanlış belirlemek olarak gördüğünü söyledi ve asıl hedefin "terörizmle mücadele" olması gerektiğini savunan Yeşil Parti lideri, bölgesel sorunların ise ikinci planda kalması gerektiğini açıkladı.
İlk planda askeri müdahale
"Çiçeği burnunda" sosyal demokrat Savunma Bakanı Peter Struck ise "ABD'deki gelişmeleri kaygıyla izlemek" gerektiğini söyleyip, Almanya'nın Irak'a karşı savaş durumuyla karşı karşıya olmadığını açıkladı. Sosyal demokrat politikacıya göre Amerikan hükümetinden bu konuda herhangi bir talep de gelmemiş. Rudolf Scharping'in görevden alınmasından sonra bakanlığa getirilen Struck, ilk iş olarak Afganistan'a giderek, oradaki Alman askerlerini ziyaret etmiş, bu arada Almanya'nın oradaki uluslararası gücün komutasını üstlenebileceğini açıklamıştı.
Almanya'nın daha önce bu konudaki talepleri reddettiğini hatırlayan gözlemciler, bu açıklamanın Almanya'nın dış politikasında yeni bir tonlanma olarak yorumlamışlardı.
Kalkınma Yardımları Bakanı Heidemarie Wieczorek-Zeul (SPD) de Amerikan hükümetinin daha tüm politik baskı yolları tükenmeden "ilk planda askeri müdahalenin düşünmesi"nin "çok tehlikeli" olduğunu açıklıyor, bir savaşın tüm Ortadoğu'yu yangın alanına dönüştüreceğine dikkat çekiyordu.
"Alman yolu"mu, "Avrupa yolu"mu?
Hükümetin tavrına karşı çıkan sağcı muhalefet partileri ise konuyu seçim kampanyaları çerçevesinde tartışmaktan kaçınırken, Schröder'i Almanya'yı dostlarından izole etmekle suçluyor, izlenmesi gereken yolun bir "Alman yolu" değil, "Avrupa yolu" olması gerektiğini savunuyorlardı.
Savaşa kendilerinin de karşı olduklarını açıklayan muhalifler, ama Almanya'nın da asker göndermek zorunda kalabileceği durumlar olabileceğini de kabulleniyorlardı.
Alman hükümeti "anti-Amerikan" tonlamalarla bir "savaş karşıtı" olarak değerlendirilmeyi hedeflerken, konunun daha önce fazla dikkat çekmeyen bir başka boyutu gündeme geliyordu: Alman askerleri çoktan o bölgeye gönderilmişti. Önce, Kuveyt'in Irak sınırında üslenen, kimyasal ve biyolojik silahlarla yapılabilecek saldırılar konusunda uzman bir grup Alman askeri ve bu amaçla kullanılacak bir miktar özel tankın Amerikalıların ihtiyaç duyduğu süre boyunca bölgede görev yapacağı açıklandı.
Ancak, resmi görevleri "sivilleri ve müttefik askerleri kimyasal ve biyolojik saldırılara karşı korumak" olan bu askerlerin sıcak bir savaş ortamındaki konumu, Almanya'nın savaşa girmesi anlamına geleceğini hatırlatıp, Schröder'in bu konudaki açıklamalarını "inandırıcı" bulmayan sol muhalefet ise özellikle bu konuya dikkat çekiyordu.
Askerlerin savaşa katılmayacağı garantisi
PDS yöneticileri, hükümetin ancak Afrika Boynuzu ve Kuveyt'teki Alman askerlerini geri çekerek inandırıcı olabileceğini söylüyorlardı. Hükümet, kısa süren bir tereddütten sonra yaptığı açıklamada, bu askerlerin kesinlikle savaşta görev almayacakları belirtiliyordu.
Hafta başında Bağdat'ın BM müfettişlerinin kontroller için Irak'a gelebileceğini açıkladığında, Schröder ve hükümeti, bunun kendi politikalarının bir sonucu olduğunu savundular. Almanya'nın Irak'a gidecek BM müfettiş heyetine kadro desteği vermeye hazır olduğu bizzat Schröder tarafından açıklandı.
Schröder, ABD Başkanı'yla bu konuda görüşmenin de gereksiz olduğunu söylüyordu. Muhalefet partileri ise tam tersine "Schröder'in savaş tehlikesini arttırdığını", bağımsız politika izleyerek Saddam üzerindeki baskının azalmasına neden olduğunu ve müttefikler arası dayanışmayı zedelediğini savunuyorlardı.
Anketler halkın büyük kısmının Irak'a müdahaleye kesin olarak karşı olduğunu, yine büyük bir kısmının da müdahale olacaksa BM Güvenlik Konseyi'nin kararının gerekli bulduğunu gösteriyordu. Bu anketler ve hafta sonunda Köln'de, ATTAC'ın gerçekleştirdiği gösteriye katılan 40 bin kişinin de savaş karşıtı canlılığı, Schröder ve ekibinin iktidarda kalacağını gösteriyor.
Alman ordusunun ülke sınırları dışında
1991 Ocak: Körfez Savaşı sırasında Alman Hava Kuvvetlerine bağlı bir Alpha jet birliği, Türkiye'de Erhaç Hava Üssü'nde konuşlandırıldı.
1991 Haziran: Almanya, Irak'taki BM gözlemcilerini desteklemek üzere helikopter ve uçak verdi.
1991 Kasım: Alman sıhhiyecileri Kamboçya'daki BM Barış Gücü Hastanesinde görev aldı.
1992 Şubat-Temmuz arası: Alman mayın tarama gemileri, İran Körfezi'nde görevlendirildi.
1992 Temmuz: Alman hükümeti, donanmanın Sırbistan ve Karadağ'a karşı başlatılan BM ambargosunu denizden gözetimine katılmasına karar verdi.
1992 Temmuz: Alman Hava Kuvvetleri'ne ait uçaklar Saraybosna'ya yardım taşımaya başladı.
1992 Aralık: Hükümet, Somali'deki BM Barış Gücü'ne destek olmak üzere bir ulaştırma birliğini göndermeye karar verdi.
1993 Mart: Alman uçakları Bosna'ya yönelik gece yardım seferlerine başladı.
1993 Nisan: NATO Bosna üzerinde uçuş yasağı başlattı. Böylece bu bölgede görevlendirilen Alman uçakları çatışmaya girme olasılığıyla karşı karşıya kaldılar.
1995 Haziran: Alman parlamentosu, Bosna'daki Avrupa müdahale gücüne katılmaya karar verdi. Böylece Almanya ilk kez doğrudan savaşa katılma karar almış oldu. İtalya'da konuşlandırılan Alman Tornadoları Eylül ayında Bosnalı Sırplara karşı gerçekleştirilen bir NATO harekatına aktif olarak katıldılar.
1995 Aralık: Parlamento, IFOR'a (Bosna'daki Uluslararası Barış Gücü) Almanya'nın katılmasını kabul etti. 4 bin Alman askeri görevlendirildi.
1995 Aralık: Parlamento, bu kez SFOR'a (Bosna'daki Uluslararası Barış Gücü) katılmaya karar verdi. Almanya, 30 bin kişilik birliğe 3 bin asker verdi.
1998 Ağustos: Alman askeri nakliye uçakları Sudan açlık bölgesine yardım taşıdı.
1998 Ekim: Parlamento, Kosova'ya NATO hava harekatına onay verdi.
1999 Şubat: Parlamento, Kosova Barış Anlaşması'nın uygulanması için gerekli harekatlara Alman birliklerin de katılmasına onay verdi. Bu amaçla gerekli olan 6 bin Alman askerinin 3 bini Makedonya'ya gönderildi.
1999 Mart: Alman uçakları NATO'nun Yugoslavya'ya 79 günlük bombardımanlarına katıldı.
1999 Haziran: Alman birlikleri KFOR'a (Kosova Barış Gücü) katıldı.
2001 Ağustos: Almanlar, NATO'nun Makedonya'da Arnavutları silahsızlandırma harekatına katıldı. Bu arada uluslararası terörizmle mücadelesine katılmak üzere Afrika Boynuzu'na savaş gemileri, Kuveyt'e kimyasal ve biyolojik silah uzmanları gönderildi.
2001 Ekim: Schröder Almanya'nın Amerika'yla "sınırsız dayanışma" içinde olacağını açıkladı.
2001 Aralık: Afganistan'a ilk Alman birlikleri gönderildi.
2002 Ocak: Alman askerleri Afganistan'da başlayan savaşta Amerikan birlikleriyle birlikte yer aldılar. (GK/NM)