Çok normal, çünkü Türkiye kabuk değiştiriyor, 1920'lerde çağdaş olan kabuk 2000'lerde çatlıyor. Türkiye toplumu artık o dar kabuğa sığmıyor. Olay, bundan ibaret.
1920'lerden beri ne kadar sorunumuz varsa, "Kürt, Alevi, Ermeni, gecekondu, rüşvet, vs.vs.) dipfrize koymuştuk, şimdi birer birer çıkartıp buzunu çözdürmek zorunda kalıyoruz ve ellerimiz donuyor. Bunlar çözülünce, Türkiye'nin kendi insanıyla sorunu kalmayacak. Kalmayınca, muasır medeniyetle (Avrupa Birliği'yle-AB) de kalmayacak. Ama o zamana kadar "birbirine girecek"!
***
Sağ basın ateş püskürüyor. "Midem bulanıyor" veya "Neresi Cesur Rapormuş!" diyen mi ararsın; daha neler. Çok şükür bu günlere yarabbi! Ne kadar doğru yazmışız! Hani, bir de, adını bu vesileyle duyduğumuz "Hukukun Egemenliği Derneği" gibilerinin basına söylediği bir gerçekleşse, ah bir gerçekleşse, yani bu muhteremler Rapor'u bir mahkemeye verseler! Bu saptamaları duyamayanlar da duyacak!
Bu Allahselametversinler'in "korumaya" çalıştıkları Türkiye nasıl bir Türkiye imiş, insanlarımızı ne hale soktu, dinleyin.
Çok sevdiğim, çünkü çok sevimli, saygılı, akıllı, çalışkan, dürüst bir genç var. Benim öğrencim değil, çünkü başka bir üniversiteden. Bu çocuk geçen ay Almanya'ya master yapmaya gitti. Oradan bana yazdığı mektubu sizlere okutacağım. Bakın, bizim Allahselametversinler'in nasıl bir Türkiye'nin değişmemesi için kendilerini paraladıklannı görün, işte mektup:
(...) Bonn merkezine ilk ayak bastığım gün, yani 9 Ekim, polis festivali düzenleniyordu. Her taraf gülen polislerle doluydu. Sokakta sağıma soluma bakarak yürürken birden bir el omzuma dokundu. Baktım, posbıyıklı bir polis bana elindeki broşürleri gülerek uzatıyordu. "Danke" dedim, tam gidecekken bir şeyler söylemeye başladı; haliyle anlamadım. Sonrası şöyle:
Ben: Sorry, I am not German and I can't speak German. (Almanca bilmiyorum)
O: (Gülerek) Ohhh! OK. What country are you from? (Memleketiniz?)
Ben: Turkey. I am from Turkey. (Türkiye)
O: (Bir anda suratını asarak) Show me your passport! Why are you here? What do you study? Where do you study? (Pasaportunu göster! Ne okuyorsun? Nerede okuyorsun?)
Şok geçirdim. (...) O an ona "Ben İngiliz'im" deseydim acaba aynı tepkiyi verir miydi, bilmiyorum.
Aynı şekilde ilk gece kaldığım hostelde, bir İtalyan bana şunları sordu:
- You look like Armenian. Are you Armenian? (Ermeni'ye benziyorsun; Ermeni misin?)
-No.
- Are you Greek? (Yunanlı?)
-No.
- Then what? (Ya?)
- I am Turkish. (Türk)
- Oh no. You are too handsome for a Turkish. (Yok yahu! Bir Türk için fazla yakışıklısın)
(...) Turist Bilgi Merkezini ararken bir taksiciyle yaşadığım şu diyalogu okuyun hocam:
- Do you know where the Tourist Information is? (Acaba Turizm Bürosu nerededir?)
- I don't know English. Please speak German. (Lütfen Almanca konuşun)
- But l don't know German. (Almanca bilmiyorum)
- Then find it yourself. (O zaman kendin bul) Bu adam güya İngilizce bilmiyor.
Bir de belki şu diyalog ilginizi çekebilir. Yine bir taksici. Ben yine haldır haldır Turizm Bürosu arıyorum. Baktım şoför bıyıklı, aha dedim bu Türk, hemen yaklaştım:
- Abi, Türksün değil mi?
- (Bir anda suratını astı) Nein, ich bin Kurd. (Hayır. Kürt'üm)
- (Türkçe bildiğini anlayınca ısrar ettim) Olsun, ne fark eder. Turist Bilgi Merkezi nerede?
- Ich weiß es nicht. (Bilemem)
- İyi öyle olsun. Bari söyle: Solda mı sağda mı?
-Solda.
- Hadi güle güle.
Yalnız, tahmin ettiğim gibi çıktı. Büro solda değil sağda çıktı hem de olabilecek en uzak sağda.
(...) Hocam şimdilik bu kadar. Herhalde size bir yazınız için yeterli malzemeyi verdim! Gerçi internetten okuyorum, Türkiye'de daha traji-komik olaylar yaşanıyormuş.
Feyhan Teyze'ye saygılarımı iletir, sizin ellerinizden öperim. Saygılarımla.
***
Buyurun, "Amman ha, değişmesin!" diye ortalığı birbirine kattığınız Türkiye'nin dışarıdaki imajı. Daha ne diyeyim. Bunlar bile fazla, çünkü sizin ne dense anlamaya niyetiniz yok. Allah size selamet versin efendim. 1890 doğumlu babam Hüseyin Ekrem bey, kendini tuttuğu zamanlar böyle derdi...(BO/BB)