Kadınların yoğun olduğu tarafa yanaşıp camı açtım. Eğilip, "Bağcılar'a gidiyorum. O tarafa giden varsa gelsin," dedim. Kadınlar şaşkın şaşkın birbirlerine bakıp, geri çekildiler. Kadınlardan biri diğerine, "Sakat bu yaa, keşke binseydik," dedi.
Onlar geri çekilince, birkaç erkek eğildi. Onlara da aynı şeyi söyledim. Biri tarif etmeye başladı. "Hayır, sormuyorum o tarafa gidecekseniz gelin," dedim tekrar. Bir tanesi bindi arkaya.
Kalabalığa aynı şeyleri söyleyerek yavaşça ilerledim. Başka kimse gelmedi. Camı kapatıp gaza bastım.
Zaman kötü!
Aynadan arkaya oturan adama bakıyorum. Sanki boş arabada değil de, sıkışık bir otobüste oturuyor. "Ben aslında özellikle kadınları almak istiyorum ama gelmiyorlar. Ne kadar korkuyor insanlarımız," dedim.
Adam, "Çok teşekkür ederiz, büyük sevaba giriyorsunuz ama zaman kötü. Kadınlar korkmakta haklı bence. Aslında siz de almamalısınız tanımadığınız kimseleri," dedi. "Biliyor musunuz, çok kızıyorum arabaya binip de, almamalısınız diyenlere," dedim. "Haklısınız ama zaman kötü işte," dedi tekrar.
"Zamanın ne suçu var, ikide bir zaman kötü diyorsunuz?" deyince adam saşırdı. Ne iş yaptığımı sordu.
Binenler polis çıkar
"Gazeteciyim," deyince, "Hiç gazeteciye benzemiyorsunuz," dedi. "Peki neye benziyorum?" dedim. "Şey, bilmem," dedi. Ben de ona sordum ne iş yaptığını, "Trafik polisiyim," dedi. Bir kahkaha attım.
"Ben genellikle duraklarda dururum bekleyenleri almak için. Genellikle kimse gelmek istemez. Ve genellikle binenler polis çıkar. İlginç değil mi?" dedim. Güldü.
İncirli'de indi trafik polisi, defalarca teşekkür ederek.
Ne kemeri?
O inince, durakta iki elinde iki naylon torba bekleyen yaşlı adama yanaşıp: "Amca Bağcılar'a gidiyorum. Siz de o tarafa herhalde, hadi gelin," dedim. "Dümdüz git göreceksin," dedi. "Ben Bağcılar'ı sormuyorum. Oraya gidiyorum, siz de gelin," dedim. Etrafına bakındı, durakta başka kimse yok. "Ben mi?" dedi. Çok şaşırmıştı.
"Evet," dedim. "Allah Allah," dedi, tekrar etrafına bakındı.
"Yani siz beni arabanıza mı alacaksınız?" dedi."Evet, lütfen gelin," dedim uzanıp kapıyı açarken. Yüzündeki ifadeyi görünce, "Sen bu şaşkınlığın resmini yapabilir misin Abidin?" diye geçirdim içimden.
Binerken önce, "Bismillah," dedi, binene kadar da, "La havle vela kuvvete ....." diye dualar okudu. Torbaları çok ağır olmalı ki güçlükle bindi.
Torbalarını yerleştirince, "Kemerinizi takar mısınız?" dedim. "Ne kemeri?" dedi. Kemerini taktım yola koyuldum.
85 yaşında ilk kez...
Amca sürekli, "Allah Allah, bir yaşıma daha girdim," diye söyleniyordu. Sonra bana dönüp, "Ben seksen beş yaşımdayım. Hayatımda ilk defa birisi beni arabasına alıyor. Üstelik sizin gibi güzel bir hanım. Hem de bacağınız şey... Erkekler bile almıyor arabasına, bomboş geçip gidiyorlar. Allah Allah, bunu anlatsam kimse inanmaz bana. Bacağınıza ne oldu? Pek de güzelmişsiniz, vah vah yazık. Sizin gibi iyi bir insanı neden cezalandırmış ki Allah?" dedi.
"Çocuk felci, yoksulluk yüzünden. Allah yoksulları sevmiyor herhalde, yoksa iki yaşında bir çocuğu neden cezalandırsın ki?" dedim.
"Yok yani, öyle derler ya onun için söyledim. Kusuruma bakma sen benim. Ben şaşkınlıktan ne dediğimi biliyor muyum a kızım? Bu dünya senin gibi iyiler sayesinde duruyor. Yoksa çoktan kopardı kıyamet, bunca rezilliğe rağmen kopmuyorsa senin gibiler sayesinde..." şeklinde söylediklerini genellikle iki kez tekrar ederek konuşuyordu.
"Ne iş yapıyorsun?" deyince, "Gazeteciyim," dedim. "Allah Allah, hiç topal gasteci olur?" dedi, "olur"u uzatarak.
"Neden olmasın?" dedim. "Yine bir "La havle" çekti.
Kimseler inanmayacak ama...
Konuşurken Bağcılar'a gelmiştik. Evinin ne tarafta olduğunu sordum. Çiftlik'te imiş. Ben de yeni evlendiğimde oturmuştum orada. Evi lağım basınca da taşınmıştık.
Şimdi ne gerek var bunlara ama aklıma geldi işte! Çiftlik minibüslerine yaklaşınca, "Beni burda indirir misiniz? Şu minibüslere bineyim," dedi. "Buraya kadar gelmişken, Çiftlik'e bırakıvereyim. İlk defa bir arabaya binmişsiniz, iyice tadını çıkarın," deyince, "Katiyen olmaz. Buraya kadar getirdin ya, daha ne isterim ben Allah'tan?" dedi.
Söylediklerine aldırış etmeyip, Çiftlik'e doğru yola koyuldum. Amca bu arada, "Kimseler inanmayacak bana," deyip duruyordu kendi kendine.
Çiftlik Meydanı'na yaklaşınca evinin ne tarafta olduğunu sordum.
Gelin görsün!
"Ben burada ineyim, hemen sağdaki sokağın sonunda," deyip kemeri çözmeye çalıştı. Dediği sokağa girince, " Ah ahh, Allah ne muradın varsa versin. İnşallah bacacığın iyileşir," dedi. Sonra da, "Madem beni eve bırakacaksın, bari tam kapının önünde dur da o nemrut gelinim görsün. Beni insan yerine koyup arabasına alan birisi var bu dünyada. Hiç istemiyor beni. 'Geberemedin gitti,' deyip duruyor. Beni azarlamak için şimdi camda bekliyordur," dedi.
Dediğini yaptım.Gösterdiği eve baktım ama camda kimse yoktu. O da baktı. Camda kimsenin olmadığını görünce yıkıldı adeta.
"Belki bir yere gitmiştir gelininiz," deyince, "Hayır evdedir. Yıllardır ilk kez geldiğimde camda değil," diyerek boş bakışlarla bir bana bir cama bakıyor yerinden kımıldamıyordu.
Ben yavaşça kemerini çözdüm. Oyalanmak için oğlu ve torunları ile ilgili sorular sordum. Gelin bir türlü çıkmıyordu. Amca isteksiz bir şekilde arabadan indi. Ben biraz daha oyalandım. Ve gelin cama çıktı...
Şaşkınlığın resmi
Camın önünde muhtemelen divan gibi bir şey olmalıydı, bir yandan dışarıya bakarken bir yandan da yerleşmeye çalışıyordu ki bizi gördü.
Kadının yüz ifadesini görünce bu kez, "Sen asıl bu şaşkınlığın resmini yapabilir misin Abidin?" diye düşünmeden edemedim.
İki şaşkınlığa gülerek el salladım. Amca da bana salladı. Gülüyordu...(NG/NM/NK)
* Bu yazı 4 Haziran 2000'de Yeni Gündem gazetesinde yayımlanmıştı.