"Ergenekon gerçekten derin devletle yüzleşmek olsaydı, Ergenekon'da yargılananların işledikleri suçlardan bir tanesi açığa çıkartılırdı. Hâlâ toplu mezarlar çıkıyor, sorumlusu yok. Köy yakmalar, boşaltmalar, hiçbirisi yargılanmadı. Şimdi nedir, 90'lı yıllarda bazı şeyleri yapan, politikaları uygulayan bazı askerler tutukluymuş. Ama başkalarını da, mesela gazetecileri de alıp muğlaklaştırdılar bu işi. Derin devlet ancak böyle aklanır diye düşünüyorum."
- 12 Haziran seçimleri Kürt hareketi açısından ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku açısından nasıl bir önem taşıyor?
Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku bir seçim ittifakı değil demiştim. Bu bir ortak çalışma. Daha önce denediğimiz bir şey, ama devamı gelmemişti. Yarım kalan bir projeyi gerçekleştirmek açısından önemli. Belki yeterince kapsayıcı olmadı, ama seçimden sonra daha kapsayıcı hale getirilebilir. Şu anda Blok içinde yer almayan kesimlerin de yer alacağını düşünüyorum. Bu demokrasi mücadelesi açısından önemli. BDP, KADEP, HAKPAR gibi Kürt sorunu konusunda kendini sorumlu hisseden, bu konuda söz söyleyen ve tabanı olan siyasi partilerle Türkiyeli devrimci, demokrat, sosyalist kesimlerinin bir arada olması önemli. Sosyalistlerin Kürt sorununu kendi sorunları olarak görmesi, Kürtlerin de Türkiye'nin sorunlarını kendi sorunları olarak görmesi önemli.
- Türkiye açısından 12 Haziran seçimleri nasıl bir dönemeç?
Seçimlerde ortaya çıkacak irade, aslında önümüzdeki günlerde yeni Anayasa sürecine müdahale olanağı verecek. Başbakanın niyeti, tek başına yeterli çoğunluğu elde edip kendi anayasasını yapmak. Bu ülke Kenan Evren'in anayasasından hayır görmedi, Tayyip Erdoğan'ın anayasasından da hayır görmez. Tüm toplumsal kesimlerin uzlaşacağı bir zeminde olmalı. Sonuçta yeni bir toplumsal sözleşme olmalı. Türkiye'de yaşayan bütün halkların, Kürtler başta olmak üzere, hak ve özgürlüklerini tanımalı. Bu seçimlerde ortaya çıkacak irade, bir şekilde önümüzdeki 100 yılı belirleyecek diye düşünüyorum. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, buna müdahale etmek açısından bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya.
- Demokrasi ve özgürlük taleplerinde Kürt halkı açısından farklı aciliyetler var, başka kesimler için farklı aciliyetler var. Meclisteki çalışmalarınızda geniş bir yelpazede ve bölge dışındaki aciliyetlerle ilgili soru önergeleri verdiğiniz, kanun tekliflerine imza attığınız görülüyor. Çalışma koşullarından kentsel dönüşüme, üniversiteden cinsel tercihe, polis şiddetinden nükleer enerjiye... Bu çalışmalar şu anki seçim kampanyasında bir katkı sağlıyor mu?
Mecliste son dört yıllık süreçte BDP grubu Türkiye sorunlarıyla, işçilerin, emekçilerin, kadınların sorunlarıyla ilgili en fazla çalışma yapan grup. Bu, fazla yansıyan bir durum olmadı. BDP sadece Kürt sorunuyla ilgili çalışmalar yapıyor gibi algılanıyor. Kürt sorunu tabii acil, demokratikleşme sorunu. Bu sorunun çözümü herkesin görevi, sadece Kürtlerin olmamalı. Sadece Kürtlerin görevi olduğu düşünüldüğü için zaten çözümü zorlaşıyor. Biz meclisteki çalışmaları yaparken farklı alanlarda çalışan arkadaşlarla bağlantı içinde olduk. İşçilerle, sendikalarla, akademisyenlerle, kadınlarla. Genellikle ortak işler yaptık. Herkes kendi sorununu daha iyi biliyor. Kendi cephesinden daha iyi değerlendirebiliyor. Topluma kapalı olan Ankara siyasetinde Türkiye'nin sesini duyurmaya çalıştık. O kürsüde ezilenlerin sesini duyurmaya çalıştık. Bu, ilk deneyimdi. Şimdi ne yapılması gerektiğini çok daha iyi biliyoruz. BDP'ye yönelik "Türkiye partisi olamadınız" eleştirisi var. Ben asıl diğer partilerin Türkiye partisi olmadığını düşünüyorum. Türkiye'de gerçek anlamda Türkiye partisi olan BDP'dir. Şimdi Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nda sol kesimden adaylar da var, Kürt sorunuyla ilgilenen adaylar da var, Alevilerin sorunlarıyla ilgilenen adaylar da var. Eleştiriler aslında ortak mücadeleyle ortadan kalkmış olacak. Ben bunun şimdiden başladığını düşünüyorum.
- CHP'nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP aslında bir devlet partisi. Dünyada önemli gelişmeler yaşanıyor. Ekonomik kriz, ortadoğudaki gelişmeler... Ortadoğudaki gelişmeler yoksulluğa, adaletsizliğe, eşitsizliğe itiraz. Türkiye'de de itirazlar var. Aslında Türkiye'de siyaset yapan her kesim bu itirazlar karşısında kendisini yeniden düzenlemek durumunda. CHP de biraz bunu yapıyor. Ama CHP'deki değişim henüz bir kılıf. Özünü değiştirmediği için CHP'de istenen heyecanı, morali yaratmıyor. Baykal'ın yaptığı programla devam ediyorlar. Gösterdikleri adaylar, sağla koalisyon yaptıklarını gösteriyor. Seçim beyannameleri, neo-liberal politikaların benimsendiğini gösteriyor. Sosyal devletin bir kılıf olarak kaldığını görüyorsunuz. Gene de süslü sözler etkiliyor insanları. Belki yüzde 25-30 oy alırlar, ama gerçekten bir atılım yapmak istiyorlarsa, kılıfı değil iskeleti değiştirmek zorundalar.
- Hakkari'de Başbakan'ın ve daha sonra CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun karşılanışı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bence Hakkarililer bir mesaj verdi. Başbakan'a, "Sen savaşı devam ettirdikçe ben sana kapımı açmayacağım" dedi. Kılıçdaroğlu'na ise, "Kürt sorunu konusunda doğru politika izlersen, barış politikaları geliştirirsen sana kapımız açık" dedi.
- Son dört, beş yıllık süreçte, hükümetin düşürülmesi için çalışan, hükümetlere rağmen ülkede iktidar sahibi olmak isteyen bir yapı olarak Ergenekon gündeme geldi. Özelikle Susurluk kazasından sonra "derin devlet" olarak gündeme gelen şey ise sivil hükümetlerden bağımsız, ama o hükümetlerin politikaları doğrultusunda çalışan yapılardı.
Hala öyledir. Ergenekon soruşturmalarıyla aslında derin devletin açığa çıkarılması gerekirken, sonuç derin devletin pisliklerini örtmek oldu, derin devleti aklamak oldu. Bunu AKP yaptı. Bu, başından beri bilinerek yapılan bir proje miydi bilmiyorum, ama sonuç bu oldu. Ergenekon gerçekten derin devletle yüzleşmek olsaydı, Ergenekon'da yargılananların işledikleri suçlardan bir tanesi açığa çıkartılırdı. Hâlâ toplu mezarlar çıkıyor, sorumlusu yok. Köy yakmalar, boşaltmalar, hiçbirisi yargılanmadı. Şimdi nedir, 90'lı yıllarda bazı şeyleri yapan, politikaları uygulayan bazı askerler tutukluymuş. Ama başkalarını da, mesela gazetecileri de alıp muğlaklaştırdılar bu işi. Derin devlet ancak böyle aklanır diye düşünüyorum. Başbakan ve adamları bir mağduriyet politikası izliyorlar. Ve tuttu galiba. Her şey hükümeti devirmek için. Oysa hükümet kurumsallaştı bütün alanlarda. Emniyetinden tut askeriyeye kadar her yerde kurumsallaştı ve derin devlet aslında artık AKP'yle gayet iyi anlaşıyor, işbirliği içerisinde. Daha önce derin devlet işini yapamadı. 90'larda Türkiye'de ortaya çıkan toplumsal muhalefet adım attırmadı. Ağar bile, "Gelsinler düz ovada siyaset yapsınlar" demek durumunda kaldı. En çok savaşanlar, Ergenekon'da yargılananlardan bazıları da, savaşarak bu konuda başarılı olmadıklarını itiraf ettiler. Şimdi muğlaklaştırılan, aslında derin devleti açığa çıkarmayan başka bir noktadayız. Hesap sorulacaklar var: Doğan Güreş, Tansu Çiller, Mehmet Ağar. Hakikatleri Araştırma Komisyonu ve Adalet Komisyon önerdik, AKP bilerek yapmıyor bunu. Çünkü bunu yaptığında derin devlet aklayamayacak kendini. Pislikleri ortaya çıkacak. Diğer bir konu, itibarsızlaştırmak istiyorlar. Mesela Hanefi Avcı, Devrimci Karargâh davasında yargılanıyor. Hanefi Avcı kim? İşkenceci. Ne yazmış? Nasıl işkence yaptığını yazmış. Ama devrimcilerle, işkence ettikleriyle aynı davada yargılanıyor. Aslında bu, devrimcilerin mücadelesini anlamsızlaştırmak. Şöyle bir algı yaratılmak isteniyor: Aslında hepsini derin devlet kurmuştur. Bu devletin ürettiği bir ideolojidir. Şimdi yapılmak istenen bu. Parti/Cephe'yi devlet kurmuştur, Toplumsal Özgürlükler Platformu'nu ya da SDP'yi onlar kurmuştur, PKK içinde bir şey vardır, Ergenekon'la bilmem ne arasında bir ilişki vardır falan gibi muğlaklaştırarak, aslında özgürlük mücadelesini bastırmak, Türkiye halklarının onlara desteğini engellemek istiyorlar. Kimse bulanık suya girmek istemez. Suyu bulanıklaştırıyorlar. AKP'nin yapmak istediği şey bu. (ŞA)