* Dünya genelinde her üç kadından 1'i yaşamlarının bir döneminde aile içi şiddete uğramaktadır. (Heise ve diğ. 1999)
* Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nün 2002 yılı raporlarına göre tüm dünyada üç kadından biri yaşamlarının bir döneminde dövülmekte, cinsel ilişkiye zorlanmakta ve diğer yollarla taciz edilmektedir. Tacizi yapan kişi genellikle kendi ailesinden biri ya da tanıdığı bir kişidir.
* Dünya genelinde her 4 kadından 1'i hamilelik sırasında eşi tarafından isteği dışı cinsel ilişkiye zorlanmaktadır. (WHO, 2002).
* Öldürülen kadınların yüzde 40 ile 70'i yakın ilişki içinde olduğu partneri tarafından öldürülmektedir. (WHO, 2002)
* Kadın Dayanışma Vakfı'nın 1995'te başkent Ankara'daki gecekondularda yaşayan kadınlar arasında yaptığı bir araştırma, kadınların yüzde 97'sinin kocalarının saldırısına uğradığını ortaya koydu. (Kadın Dayanışma Vakfı, 2005)
Hem bireysel, hem toplumsal
Aile içi şiddetin yaygınlığı bir yana, kendiside bir şiddet türü olarak oldukça yıkıcıdır. Örneğin aile üyeleri zamanlarının önemli bir bölümünü birlikte geçirirler, birbirleri ile etkileşimleri yoğundur, dolayısıyla ile birbirlerine yönelik kızgınlıkları da yoğun yaşayabilirler, bir aile üyesinin yaşamında oluşan bir değişiklik diğer aile üyelerini de doğrudan etkiler, birbirlerinin zayıf yanlarını, kırılganlık noktalarını iyi bilirler. Bu da aile içi şiddetin yıkıcılığını arttıran bir unsurdur.
Böylece hem yaygınlığıyla toplumsal bir sorun olması hem de yılıcılığıyla bireylerin hayatlarını yoğun olarak etkilemesi açsından aile içi şiddet konusu sosyal çalışma açısından önemli ve üzerine aciliyetle eğilinmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkar.
Ancak kurumsal olarak baktığımızda günümüzde Türkiye'de konuya hak ettiği önem verilmemekte, hizmetler yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle genelde kamuoyunda en azından konuyla ilgilenen gruplar ve bireyler arasında yapılabileceklerin mikrodan makroya neler olabileceği konusunda bir tartışma başlamasının gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bu yazı sosyal çalışma açısından yapılabileceklerin neler olduğunu özetliyor ve bizlerin talep edilebileceklerimizin genelde tartıştıklarımızdan fazla olduğunu işaret ediyor.
Sosyal çalışmanın aile içi şiddetle mücadeleye getirebileceği açılımları tartışmak gelecekte daha çok ve iyi hizmet taleplerimizi somutlaştırır; şöyle ki:
Sosyal çalışma üç temel bağlamda müdahale sağlar.
a- Koruyucu önleyici,
b- Belirmekte veya gelişmekte olan sorunları tespit ve teşhis edip müdahale edici
c- Toplumda var olan akut sorunları çözücü
Aile içi şiddete mücadele daha ziyade akut sorunları çözme bağlamında değerlendirilebilir. Bu bağlamda verilecek sosyal çalışma birey, aile, grup, örgüt, topluluk, toplum ve sosyal çalışma sistemi boyutlarında, problemin farklı düzeyleri bazında, farklı müdahale türleri ve bu çerçevede sosyal çalışmacın oynayacağı farklı mesleki roller çerçevesinde sunulabilir.
Ancak ne yazık ki ülkemizde bu tür pratikler pek uygulanamamaktadır. Problemin boyutları, düzeyleri, probleme ilişkin yapılabilecek müdahale türlerine ilişkin şöyle önerilerde bulunulabilinir:
1. Birey:
Şiddete uygulanan ailelerde bireyler bu şiddetten çeşitli şekillerde etkilenmektedirler. Şiddetin değişik türleri her şeyden önce bireylerde bir takım psikolojik hasarlara neden olmaktadır. Örneğin, benlik saygısı kaybı, kendine güvende azalma. Bunlar kişisel bazda düşünmeyi ve kendi düşündüklerinden emin olmamayı getirir.
Unutulmaması gereken bir diğer olgu da uygulayan ve maruz kalan bireylerin şiddeti içselleştirdiğidir. Bu içselleştirme aynı zamanda değiştirilemez ya da kader olarak kabullenmeyle bağlantılıdır ve aslında bir güçsüzlük değil, süreğen duruma karşı bir dayanma stratejisidir. Ancak bu strateji aile içinde şiddetin sürmesine de olanak tanımaktadır. Şiddeti devam ettiren en önemli olgulardan biri de bireylerin uğradıkları kötü muameleyi şiddet olarak tanımlamaması ve normalleştirmesidir.
Amaç: şiddetle sosyal işlevselliği bozulan bireye sosyal işlevselliğini ve geniş anlamda sağlığını yeniden kazandırmaktır.
Bu noktada bireyle çalışmada sosyal çalışma açsından birey düzeyindeki problemler şöyle özetlenebilir:
Tablo 1
2. Aile:
Sheafor ve Horejsi (2003) sosyal çalışmanın insanların kendi çevreleri içinde sağlıklı bir şekilde sosyal işlevselliklerini sürdürerek yaşamaları için çevrelerini değiştirmelerine yardım etmeyi amaçlayan bir meslek olarak tanımlar. Bu açıdan bakıldığında aile içi şiddete maruz kalan ve böylece geniş anlamda sağlıkları ve sosyal işlevsellikleri negatif etkilenen kişilerin çevrelerini değiştirmeleri sürecinde en birinci ortam tabiî ki kendi aileleridir.
Aile sisteminde şiddet çeşitli hasarlara yol açar ve ailenin işlevselliğini bozar. Ailenin işlevsel olmaması / olamaması her yaş grubunda bireyin hayatını etkiler (İl, 2003). Sosyal çalışmanın amacı bireylere, gerekirse aile yapısındaki değişmelere de yardımcı olarak, bir yaşam kurmalarında destek vermektir.
Tablo 2.
3. Grup:
Aile içi şiddetle mücadelede şiddetin değişik tarafları açılarından grup çalışmaları toplum merkezleri ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla sağlanabilir. Burada kritik olan sadece şiddete uğrayan bireylerin değil, şiddet uygulayanın da rehabilitasyona ihtiyacı oluğudur.
Ve şiddet eğilimli bireylere etkili iletişim yolları, sorun çözme metotları, duygularıyla yüzleşme ve baş etme metotları konusunda eğitim grupları sosyal çalışma müdahalesi olarak yapılabilir. Uygulayıcı ya da potansiyel uygulayıcılara yönelik eğitimler özellikle topluluklarda alt kültürlerde şiddetin bir değer ve ilişki biçimi olarak var olması durumunu değiştirecek sosyal çalışma müdahalesinin parçası olarak da kurgulanabilir, SHÇEK'in finanse edeceği gezici gruplarla ya da toplum merkezleri STKlar v.b. tarafından uygulanabilir.
4. Örgüt:
Aile içi şiddetle mücadelede en önemli unsurlardan biri de örgütlülüktür. Ne yazık ki bu gün yeterli örgütlülükten çok uzak bir noktayız. Türkiye'de 11'i SHÇEK, 3'ü belediyelere, 2'si de kaymakamlığa bağlı olmak üzere toplam 16 tane sığınma evi bulunmaktadır. AB normlarına göre aile içi şiddete karşı, Türkiye'de kamu tarafından finanse edilen kadın sığınma evi sayısı 3 bin dolayında olmalı (8. Kadın Sığınakları ve Danışma Merkezleri Kurultayı, 2006).
Sığınma evleri aile içi şiddetin akut hale geldiği ailelerde mağdurların ortamdan çıkıp yeni bir hayata başlayacakları ortamlar haline geldikleri için çok kritiktirler. Aile içi şiddetle mücadele ederken örgütsel bazda da sosyal çalışmanın sunabilecekleri ve bizim devletten talep edebileceklerimiz vardır. Aile içi şiddetle mücadele eden örgütlerin:
* koordinasyonu
* güçlendirilmesi
* alt yapı ve insan kaynağı desteği
* bu kurumlarda ki ekip çalışmalarının desteklenmesi
Bu noktalarda kadın örgütleri, sosyal çalışma uzmanları, ve bireyler hem bu unsurların gerçekleştirilmesi için talepkâr olabilir ve konuyla ilgili sosyal politikaların geliştirilmesinde ve uygulanmasında rol alabilirler.
5. Topluluk:
Şiddet topluluklar içinde alt kültürlerde farklı şekillerde konumlandırılıyor olabilir. Örneğin kimi topluluklar kadınların ve çocukların toplumsal ilişkilerinin kısıtlanmasını (psikolojik şiddet), aile olmanın bir gereği ya da normal bir olgu olarak kabul edebilirler. Hatta bu kısıtlamalar namus, iyi aile gibi kavramlarla meşrulaştırılıyor olabilir. Ya da toplumsal ilişkilerin kısıtlanması topluluk tarafından destekleniyor da olabilir.
Aile sisteminin etkileşimde olduğu topluluk alt kültüründe şiddetin onaylanıp onaylanmaması da hem bireylerin bu konudaki farkındalığını hem de aile içinde bu konudaki tutumlarını etkileyen bir unsurdur. Bu anlamda şiddetin önlemsinde toplulukla yapılacak çalışmalar önemlidir.
Bu noktada, topluluk içindeki değerlerin ve ailelerin toplulukla olan etkileşimlerinin değişmesi için yerel çapta çalışmaların planlanmasını teşviki önemli bir sosyal politika unsuru olabilir.
6. Toplum:
Şiddeti besleyen toplumsal seviyedeki olgu ataerkil yapıdır. Ataerkil toplumsal yapıda kadınlar ve çocuklar değersiz ve ikincil plandadırlar. Bu değersizlik, onların psikolojik, ekonomik şiddete uğramalarını olağanlaştırır. Fiziksel ve cinsel şiddeti mümkün kılar ve hatta onu da normalleştirir. Bu bağlamda toplumsal yapıda sağlanacak değişiklikler uzun vadede şiddet sorununun çözümü için gereklidir.
Bu noktada açıktır ki toplumsal cinsiyet eşitliğini gündeme getiren tüm politikalar aslında şiddetin önlenmesinin bir parçasıdır. Kadın erkek eşitliği tüm sosyal politika alanları içinde düşünülmeli ve ataerkillik tartışmaları medya ve bilimsel ortamlarda desteklenerek, toplumsal değerlerin daha eşitlikçi bir hale dönüşümü için çalışılmalıdır. Bunun önemli bir başlangıcı da toplumsal cinsiyete duyarlı devlet bütçelemesidir.
Kaynaklar:
Duyan, V. (2003): Sosyal Hizmetin İşlev ve Rolleri, Toplum ve Sosyal Hizmet, Cilt:14, Sayı:2, s:1-22
Gelles, R. (1997): Intimate Violance in the Families, SAGE Publications; London, 3. baskı
Heise, Lori, Mary Ellsberg and Megan Gottenmoeller (1999): Population Reports: Ending Violence against Women (Baltimore, USA: Population Information Program) [http://www.infoforhealth.org/pr/l11edsum.shtml].
İl, S. (2003): Keçiören Bölgesi Hane Halkı Araştırması, Toplum ve Sosyal Hizmet, Cilt:14, Sayı:2, s:23-32
İlkkaracan,P., Gülçur,R. & Arın, C. (1996): Sıcak Yuva Masalı, Metis Yayınları, İstanbul
Kadın Daynışma Vakfı (2005): Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet El Kitabı, Kadın Dayanışma Vakfı, Ankara
Joanne D. & Briggs, E. (2006): Witnessing Violance Fact Sheet, National Violence Against Women Prevention Research Center, Medical University of South Carolina
Sheafor, B. W. ve Horesji, C. R. (2003): Techniques and Guidelines For Social Work Practice, Allyn&Bacon, ABD
Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler
WHO (2002): World Report on Violence and Health
http://www.who.int/inf-new/aids2.htm
Zastrow, C.H. (1999): The Practice of Social Work, Brooks/Cole Publishing Company, ABD
8. Kadın Sığınakları ve Danışma Merkezleri Kurultayı (2006): 8. Kadın Sığınakları ve Danışma Merkezleri Kurultayı Basın Açıklaması, Diyarbakır