DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'ün, Çatı Partisi Girişimi tarafından düzenlenen Demokrasi İçin Birlik Konferansı'nda yaptığı konuşmanın tam metnini yayınlıyoruz.
Sayın divan, saygıdeğer katılımcılar, değerli basın mensupları, sizleri şahsım ve partim adına saygıyla selamlıyorum.
Uzun süreden beri Türkiye'nin ihtiyacı olan, ihtiyacımız olan, bir 'demokrasi için birlik' hareketini ortaya çıkarmaya yönelik bir çabanın içindeyiz. Biz bu çalışmaları yaparken ilk günden beri, bunu yürüten bir parti değiliz; katılımcısı olmak istediğimiz bir partiyiz. Demokratik Toplum Partisi'ni oluşturduğumuz günden beri her zaman demokrasi için, Kürt sorununun çözümü için mutlaka demokrasi güçlerinin bir araya gelmesinin zorunlu olduğunu ifade ettik. Çünkü bugün demokrasi sorununu Türkiye'nin sorunu; Kürt sorununu sadece Kürtlerin değil, Türkiye'nin sorunu olarak değerlendiriyoruz. Ancak ortak çaba, ortak refleks, bu ceberrut devleti aşmaya yetebilir. Eğer gücümüzü; demokrasi inancımızı, demokrasi anlayışımızı bir araya getiremezsek, ortak bir mücadeleyi gerçekleştiremezsek başarma şansına sahip olamayız.
Demokratik Toplum Partisi'nin kuruluşundan sonra bu arayışlar ciddi bir şekilde ortaya çıktı. Zaman zaman dostlarımızla, arkadaşlarımızla demokrasiyi içselleştirmesi kolay kesimlerle bir araya geldik ve Türkiye'nin bu ihtiyacını dile getirdik. Evet, 29 Mart Yerel Seçimleri nedeniyle bu çalışmalarımız biraz yavaşladı. Ama görüyoruz ki gün geçtikçe bu ihtiyacın gerçekten çok önemli olduğunu ve halkımız, Türkiye halkının böyle bir ortaklaşma konusunda ciddi çabaları ortaya koyması gerektiğini de görüyoruz. Tabii bugün, 'hedefimiz nedir', 'nasıl bir demokrasi istiyoruz' , 'asgari müşterekler' var mıdır? Biraz bunu tartışmak gerekiyor.
Elbetteki, hepimiz sol, sosyalist değerlerden gelen insanlarız. Hedefimiz belli: Farklılıkların kendini özgürce ifade ettiği bir Türkiye'yi yaratmak istiyoruz. Kadının özgürleştiği, siyasetin içinde yer aldığı bir Türkiye demokrasisi. Ezilenlerin, sömürülenlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini her zeminde ifade edebileceği ve katılabileceği bir siyaset anlayışını görmek istiyoruz. Şimdi burada siyasetin içinde olmak da yeterli değil. Bir siyasi irade olarak halkı temsil edecek bir noktaya gelmesi gerekiyor. Yani parlamentonun içinde olacak, o kesimleri temsil edecek.
'Nasıl bir Demokrasi'yi her gün tartışıyoruz, düşüncelerimizi ortaya koyuyoruz. Bu demokrasi çoğulcu, katılımcı bir demokrasi olacak; Demokratik Türkiye'yi esas alacak bir yaklaşım olacak. Biraz önce de söylediğim gibi bütün bu kesimler siyasetin içinde yer alacak ve güçlü olacak.
Peki, bunları yaparken bugün burada bulunan bizler bir asgari müşterek etrafında buluşabiliyor muyuz? Elbette. Aslında konuştuğumuz, tartıştığımız, görmek istediğim çok asgari müşterek var.. Değerler var. Tabii ki, 'demokrasi için birlik' dendiği zaman meseleyi ideolojik, tek yönlü, dar bir mantıkla önümüze koyarsak farklılıklarımız ortaya çıkar. Ama demokrasi için, özgürlükler için 'özgür bir Türkiye'yi esas alırsak, ortaklaşabileceğimiz önemli noktaların olduğunu görüyoruz.
Sürece baktığımızda, süreç aslında zorluyor bizi ve bizlerden bunu istiyor. Tabii ki demokratik bir Türkiye için, veya demokrasi mücadelesinde statükoculuğun aşılması konusunda mutlaka önemli bir duruş gösterilmeli, mücadele verilmeli. Bugün Türkiye'ye baktığımızda bir askeri vesayetin olduğunu görüyoruz.
Peki, askeri vesayetin kaldırılmış olması demokrasiyi, demokratik bir Türkiye'yi yaratır mı? Hayır, yeterli değil. Eğer, biraz önce ifade ettiğim gibi farklı inançlar, farklı kültürler, emekçiler, sosyalistler, Kürtler siyasetin içinde olmazsa, askeri vesayet kalkar, farklı bir vesayet gelişir. Bakınız 1954'lerde askeri vesayetin zayıfladığı veyahut Türkiye üzerinden gölgesinin kalktığı önemli bir süreci yaşadık . Ama '54-'60 arasında siyasetin içinde emekçiler yoktu, siyasetin içinde Kürtler yoktu, siyasetin içinde Aleviler yoktu, ezilenler, sömürülenler ve sosyalistler yoktu. İşte o rejimin başka bir vesayete doğru gittiğini gördük.
Bugün yine Türkiye'de sancılı bir sürecin yaşandığını görüyoruz. Aslında bana göre, değişim sancıları. Statükoculuğun sona erdirilmesi konusunda bir refleks var. Türkiye'nin bu şekilde gitmeyeceğini gören bir mantık var. Bu konuda sancılı bir süreç yaşandığını görüyoruz. Şimdi statükoculuğun aşıldığını bile görsek, farz etsek, öyle olduğunu görsek, eğer gerçekten demokrasi güçleri, güçlü bir birlikteliği, ortak bir iradeyi ortaya çıkarmadığı takdirde, farklı vesayetlerin gelebileceğini şimdiden görüyoruz. Bu çok önemli. O zaman, bu mücadelenin içinde olduğumuz zaman, demokratik bir Türkiye'ye karşı, bütün hareketlere, düşüncelere karşı, veyahut onları gerçekten farklı, Türkiye'yi farklı bir yere götürmeyecek bir duruşu ortak bir birlikteliği geliştirmemiz, oluşturmamız lazım.
Türkiye'de sancılı bir süreçten söz ettik. Doğrudur, bu değişim sürecidir. Ama bu değişimin önünde direnen bir güçle de karşı karşıyayız. Bugün Türkiye'nin fotoğrafına baktığımızda; bir tarafta Ergenekon ile ilgili soruşturmalar sürüyor, diğer tarafta Kürt demokratik muhalefeti ve demokratik muhalefeti sürdüren Türkiye demokrasi güçleri üzerinde de yoğun bir baskının yaşandığını görmekteyiz. Değişim, dönüşüm konusunda tartışmalar oluyor. Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü konusunda da tartışmalar, Türkiye'nin gündeminde. Gerçekten birçok şeyin tartışıldığı bir süreci yaşıyoruz. Tek yönlü olarak bu süreç gelişmiyor. Çok yönlü tartışmaların yoğunlaştığı bir sürecin içerisindeyiz. Çözüm için çabalar var. Bugün siyasetin önünü kesmeye yönelik andıçlar da var gündemde. Ergenekonla ilgili yapılan soruşturmalar veyahut duruşmalar sürmekte. Ama diğer taraftan, özgürlük talebi olan Kürtler üzerinde de yoğun bir baskı olduğunu görüyoruz.
Ama diğer tarafta da demokratik - sivil yöntemlerle sorunun çözümü konusunda girişimlerin, tartışmaların yaşandığı bir Türkiye'de yaşıyoruz.
Biz, geçen hafta Salı günü grubumuzda, grup toplantımızda belgeyle ilgili birşey çıkmayacağını ifade etmiştik. Daha bu belge Askeri Savcılığa verilmeden önce tesbitlerimizi yaptık, açıklamalarımızı yaptık. Ve gerçekten baktığımızda grup toplantımızda ne demişsek sonuç o şekilde çıkmıştır. Peki bu belgenin gerçek olması, sahte olması birşeyi değiştiriyor mu? Hayır, değiştirmez. Hepimiz Türkiye'yi biliyoruz. Darbeleri yaşadık, muhtıraları yaşadık, 'post modern' müdahaleleri gördük. Andıçları gördük. Belgeleri gördük.
Şimdi bugünkü belge sahte olsa ne olacak, doğru olsa ne olacak? Sahte olduğu zaman, Türkiye'deki askerin demokrasi üzerindeki vesayeti var mıdır yok mudur diye kimse tartışacak mı? Hayır tartışmayacak. Çünkü bütün Türkiye biliyor ki, bugün siyasi irade vesayet altındadır, siyaset vesayet altındadır. Ve yaşanan süreçler, bize birçok şey göstermiştir ki, onyedibin faili meçhul cinayet, yakılan köyler, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerini şiddetle bastırması, bunlar herkesin belleğinde yaşanan olaylardır. Ve bunun öncülüğünü kim yapmış? İşte bugün Ergenekon'da yargılanan subaylar, sivil bürokrasi ve buna destek veren yargı. Ve bugün de bu Ergenekon'un ne kadar köklü olduğunu görüyoruz. Sadece bunun asker ayağı yok; bürokrasi ayağı var, yargı ayağı var. Ve bu, birçok belgeyle ispatlanmış, görülmüş olan, yaşanmış durumlardır.
Şimdi Türkiye'de yine, 12 Eylül ile ilgili tartışmaların da bir başka noktada geliştiğini görüyoruz. Ve açıklamalar yapılıyor; "12 Eylül'e gidildiğinde askerler mecbur kaldı, müdahale etmek zorunda kaldı" deniyor. Ama 12 Eylül' den sonra birdenbire, bütün çatışmalar birdenbire kesiliyor. Ve yine o dönemden birçok insan, bu karşılıklı çatışmaların, sürtüşmelerin kimler tarafından geliştirildiğini zaman zaman ortaya koydular. Şimdi tabii ki bizim talebimiz Evren'in yargılanması değil, sadece Evren'in yargılanması değil, üç - beş komutanın yargılanması değil. Eğer şeffaf, demokratik bir Türkiye istiyorsak, geçmişi yargılamamız lazım. Geçmişte yaşananların ortaya çıkması lazım. Dünyada, darbelerden sonra birçok ülkede, sonuçlarını ortaya çıkaracak çaba ve çalışmalar var; yapılmıştır.
Peki diyelim ki 12 Eylül'ü yapanlar, darbe yapmak zorunda kaldılar, öyle kabul edelim. Peki bir Diyarbakır Cezaevinde otuzbeş genci işkence ile öldürmenin mecburiyeti var mıydı?
Yine, devrimciler üzerinde estirilen şiddet ve teröre gerek var mıydı, mecbur muydular?
Yine gözaltına alınıp, gözaltında öldürülen gençleri sanki dışarıda çatışmada öldürülmüş gibi gösterme mecburiyeti var mıydı?
Yine, Diyarbakır zindanlarında, Mamak'ta ve birçok yerde, işkence yapanlar bu işkenceyi yapmak mecburiyetinde miydi?
Yine, Diyarbakır Cezaevinde sorumlu ve görevli olan Esat Oktay Yıldıran'a bu işkencelerinden dolayı, Kenen Evren'in, başarısından dolayı altın kol saati gönderme mecburiyeti var mıydı?
İşte bizim ortaya çıkarmak istediğimiz bu..
Sonuçlarıyla yaşananları, halkın gözü önüne sermeye yönelik bir çabanın ortaya çıkarılmasıdır. Biz kimsenin yargılanmasını, cezalandırılmasını, çok istemeyiz. Çok da önemsemiyoruz. Biz gerçeğin ortaya çıkmasının peşindeyiz. Ancak o zaman Türkiye'ye demokrasi gelir, şeffaf bir ülke olur. Bütün boyutlarıyla tartışmak durumundayız, bazı şeyleri.
Evet, tabi ki bu sancılı süreçte, barışcıl, demokratik bir sürecin gelişmesi konusunda önemli reflekslerin ortaya çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. Özellikle Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünde engel olarak duran, Kürtlerin otuz yıllık mücadelesi sonucunda, bugün demokrasinin önemi, halkların kardeşliğinin önemi konusunda çok önemli bir süreç yaşandı. Belki demokratik siyasetin önü kapandığı için, Kürtler kendini demokratik siyasetin içinde ifade edemediği ve hiçkimsenin de istemediği bir silahlı dönemin başlaması gündeme geldi; o günkü gündeme geldi.
Bugün Kürtler sorunların silahla ve şiddetle çözülmeyeceğini çok açık bir şekilde ifade ediyor; ve sorunun demokratik, sivil yöntemlerle çözümü konusunda adeta çaba gösteriyor. Bu çok önemli..
Yine, sadece Kürtlere baktığımızda, PKK siyle, DTP siyle, halkıyla, ortak bir çözüm projesini ortaya çıkardığını görüyoruz. Bu aslında çok önemli bir gelişme, ve mutlaka değerlendirilmesi gereken bir durum olarak önümüzde duruyor.
Peki talepler ne?
Talepler, Türkiye'nin bütünlüğü içinde sorunun çözümünü esas alan talepler manzumesidir.
Yine, bunlara baktığımızda, Türkiye'nin demokratikleştirilmesine katkı sunacak bir yol haritasıdır. Bir çözüm modelidir. Bir çözüm projesidir.
Yine baktığımızda, Türkiye'nin daha güçlü olmasını beraberinde getirecek bir projedir.
Katı merkeziyetçilik anlayışından, adem-i merkeziyetçi anlayışa, aynı zamanda Türkiyenin de özgürleşmesine katkı sunacak bir projedir. Ve bu demokratik özerklik projesi, sadece Kürt coğrafyasında uygulanmak istenen bir proje değildir. Tüm Türkiye'de uygulanmasına gerek gördüğümüz, inandığımız bir projedir. Tabii ki bugün diliyle, kültürüyle, kimliğiye farklılığını gösteren Kürt coğrafyasında, yine bu, gerek sosyal, gerek kültürel, gerek ekonomik konularda, söz ve karar sahibi olabilecek projelerini, programlarını ortaya koyacak yeniden bir yapılanmadır bu. Yani 'anadil eğitimiyle ilgili bir ihtiyaç mı', o yerel meclisler, yerel yönetimler bunu tartışacak, bunun altyapısı olacak.
Ekonomik kaynakların aktarımı ve buradaki yatırımların planlanması konusunda, söz ve karar sahibi olacak. İşte bu, Türkiye'nin hızlı değişmesini, gelişmesini de beraberinde getirecek, yine bu model, Türkiye'nin çağdaş dünyayla bütünleşmesini kolaylaştıracak, Ortadoğu coğrafyasında da Türkiye'yi daha saygın daha güçlü bir noktaya getirecektir. Tabi bu, tartışmaların yaşandığı bir süreçte, gerçekten biraz önce ifade ettiğim gibi, önemli bir süreç, önemli bir fırsat diyoruz. Niçin önemli bir fırsat olduğunu da biraz izah etmeye çalıştım. Çünkü Kürtlerin talepleri makul ve ortak bir proje etrafında buluştu.
Siyaseten, bu sürecin barışçıl bir sürece evrilmesi konusunda, gerçekten vicdani sorumluluğumuzu, insani sorumluluğumuzu, yerine getirmemiz gerekiyor. Siyaseti, siyasetçileri sıkıştıracak, adım atmaya zorlayacak bir tavrı ortaya koymamız gerekiyor. Eğer barışa inananlar, demokrasiye inananlar bu yönünü doğru bir şekilde yerine getirmeye çalışırsa, inanıyorum ki bugün Kürt sorununun çözümünü istemeyen, Türkiye'nin demokratikleşmesini istemeyen kesimler, zorlanacak, adım atmak zorunda kalacaktır.
Tabii ki bugün Türkiye'nin durumuyla başka ülkelerin durumunu benzetmek için söylemiyorum; ama devrimci dayanışmanın, demokrasi inancının ne kadar güçlü olduğunu ifade etmek için bazı örnekler vermeye çalışayım: Tabi Türkiye bir Cezayir - Fransa değil, bir Güney Afrika değil. Eğer Cezayir'deki savaş ve işgal, Fransız devrimcileri tarafından, demokrasiye inananlar tarafından bir karşı duruşu ortaya koymasaydı ve Cezayir'in özgürleşmesi konusunda bir tavır ortaya koymasaydı, o savaş uzun sürerdi.
Yine beyaz azınlığın egemen olduğu Güney Afrika'da, yazarlar, gazeteciler ve demokrasiye inanan bazı kesimler, o yaşanan süreçleri dünyaya yansıtmasaydı ve bunun mücadelesini vermeseydi, belki süreç uzayabilirdi. Bakınız "uzayabilirdi" diyorum, çünkü şu inancım var: bir halkın talebi varsa, kararlılığı varsa, mutlaka o gerçekleşecektir. Bundan hiç kuşkum yok.
Türkiye'ye dönüp baktığımızda bu acılı sürecin bir an önce sona ermesi konusunda hepimize önemli sorumluluklar düşüyor.
Yapabiliriz, başarabiliriz, gerçekleştirebiliriz diye inanıyorum. Yeter ki isteyelim. Ve bugün bizim açımızdan çok önemli olduğunu gördüğümüz ortak mücadele zeminini yaratmak, ortak örgütlenme konusundaki yaptığımız çalışmaların, gerçekten Türkiye'yi değişime, dönüşüme götürebilecek çalışmalar olduğuna yürekten inanıyorum.
Yürekten inanıyorum. Ama biraz önce sıkıntıları, aşılması gereken noktaları ifade ettim, ortaya koymaya çalıştım. Bunun için çok geniş bakmamız lazım. Hepimizin bir ideolojisi var. Burda detaylarını tartışırsak çok farklı şeyler de ortaya çıkabilir. Ama detaylarına inmediğimiz zaman, çok güzel şeyler de yapabiliriz.
Türkiye ye baktığımızda, nüfusunun yüzde yirmisi işsiz. Yüzde yirmisi yoksul. Yüzde yirmisi adeta, yaşama standartları çok düşük. Ama sol, sosyalistler bunu kucaklayacak noktada değil. İşte bu dar tartışmalar, halkın güvenini sarsmış. Ve bugün sol, sosyalistler, gerçekten olması gereken noktada değil.
Niçin?
Halk güvenmiyor. Temel meseleler üzerinde birleşme, bütünleşme, ortak iradeyi ortaya koyma konusunda bir zemin varken, bir süreç varken, bunu değerlendirmemesi, elbetteki kırılmalara, küskünlüklere neden oluyor. Hatta bütünleşmenin önünü kapatıyor. Bunu çok iyi görmemiz gerekiyor.
Yine tekrarlamak istiyorum: Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil, Türkiye'nin sorunu, hepimizin sorunu. Demokrasi hepimizin arzusu ve talebi, halkımızın beklentisi de işte özgür bir geleceği sağlamaya yönelik ortak bir çaba; yine Kürt sorununun çözümü konusunda ortak, demokratik bir refleks göstermemizdir.
Ben inanıyorum ki bu sürecin sorumluluğunu hepimiz görüyoruz ve duyuyoruz. Bu sorumluluklarda doğru bir bileşeni, doğru bir geleceği kurmaya yönelik önemli çalışmalar yapacağız.
Bu duygularla hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AT/HA/EZÖ)