Fotoğraf: Anadolu Ajansı /İran'daki üniversite eylemleri
Uluslararası Af Örgütü bugün bir açıklama yayımlayarak, İran güvenlik güçlerinin 30 Eylül’de, aralarında çocukların da bulunduğu en az 66 kişiyi hukuka aykırı olarak öldürdüğünü belirtti.
Sistan ve Belucistan eyaletinin merkezi olan Zahidan kentinde Cuma namazı sonrasında gerçekleştirilen bu şiddetli müdahale sırasında protestoculara, çevredeki kişilere ve namaz kılanların üzerine atış mühimmatı, metal saçmalar ve biber gazı ateşlendi.
O tarihten beri Zahidan’da protestolara yönelik baskılar devam ederken, çıkan diğer olaylarda 16 kişi daha öldürüldü. Aktivistler, hayatını kaybeden kişilerin aileleri ve görgü tanıklarından toplanan kanıtlar ve protestolara ilişkin görüntüler ve videolar, Zahidan’daki gerçek ölü sayısının muhtemelen daha yüksek olduğuna işaret ediyor.
İranlıların “kanlı Cuma” olarak adlandırdığı 30 Eylül’deki saldırı sonucunda, yaklaşık üç hafta önce, Mahsa Amini’nin “ahlak polisi” tarafından gözaltına alındıktan sonra gözaltında hayatını kaybetmesinin ardından İran geneline yayılan protestoların en ölümcül günü yaşandı.
"Cezasızlık hakim"
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard konu hakkındaki açıklamasında, “İran yetkilileri defalarca insan hayatının kutsallığına karşı tam bir aldırmazlık sergiledi ve gücü elde tutmak için de hiçbir engel tanımayacaklar. İran güvenlik güçlerince uygulanan acımasız şiddet, ülke bağlamından kopuk bir şekilde meydana gelmiyor. Bu şiddet, sistematik cezasızlığın ve uluslararası toplumun verdiği sönük tepkilerin bir sonucudur” dedi. Callamard sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yüzlerce insanın hukuka aykırı olarak öldürüldüğü Kasım 2019 protestolarından yaklaşık üç yıl sonra, İran yetkililerinin insan hayatına yönelik gaddar saldırılarına utanmazca devam etmesi bilhassa fecidir. Bu gibi eylemleri cesaretlendiren cezasızlığı kırmanın tek yolu, BM üye devletlerinin acilen, İran’da işlenen uluslararası hukuk kapsamındaki en ciddi suçlara ilişkin bağımsız bir soruşturma ve hesap sorma mekanizması kurmasıdır.”
Önceden tasarlanmış
Sistan ve Belucistan eyaletinin merkezi olan ve geçmişten bu yana ezilen Beluci etnik azınlığın yaşadığı Zahidan’daki protestoların, ülke genelindeki protestolarla dayanışma göstermek ve eyalette 15 yaşındaki bir kız çocuğun bir polis şefi tarafından tecavüze maruz bırakıldığına ilişkin iddiaları içeren olayda hesap verebilirlik talep etmek için 30 Eylül günü Cuma namazı çıkışında yapılması planlandı.
30 Eylül’de, kentin ana camisinin yakınında büyük bir ibadet alanı olan Büyük Musalla’da bir grup, Cuma namazını kıldıktan sonra protesto etmek ve slogan atmak için yolun karşısındaki polis merkezinin önünde toplandı. Bunun üzerinde güvenlik güçleri, polis merkezinin çatısından protestocuların üzerine atış mühimmatı ve metal saçmalar ateşledi ve biber gazı sıktı.
Aynı anda sivil giyimli güvenlik güçleri yakınlardaki binaların çatılarından protestocuların ve çevredeki kişilerin üzerine ateş açtı. Aktivistlerin paylaştığı fotoğraflar saldırıyı doğruladı.
Güvenlik güçleri ayrıca, aralarında çocukların ve yaşlıların da bulunduğu yüzlerce kişinin Cuma namazı kılmaya devam ettiği Musalla bölgesinde hukuka aykırı bir şekilde doğrudan atış mühimmatı, metal saçmalar ve biber gazı ateşledi.
Uluslararası Af Örgütü, ülkenin en yetkili askeri organının tüm eyaletlerde silahlı kuvvetlerin komutanlarına “sorun çıkaranlara ve devrim karşıtlarına şiddetle karşı koyma” talimatı verdiği 21 Eylül’den bu yana güç ve ateşli silah kullanımının endişe verici şekilde arttığını belgeledi.
İnsanların kafalarına ve kalplerine ateş edildi
Uluslararası Af Örgütü’nün topladığı kanıtlar, hayatını kaybeden kişilerin çoğunun, öldürme veya ağır yaralamaya dönük açık bir niyeti ortaya koyacak şekilde kafasından, kalbinden, boynundan ve gövdesinden vurulduğunu gösteriyor.
1 Ekim’de, Zahidan’da Cuma namazlarını kıldıran, önde gelen Sünni lider Mevlevi Abdulhamid İsmailzehi bir videoda yapılan müdahaleyi anlattı. İsmailzehi, çatılarda konuşlanan güvenlik güçlerinin, polis merkezinin önündeki bir grup genç protestocunun üzerine atış mühimmatı ateşlemesi ve Musalla’da namaz kılan insanların üzerine doğrudan ateş açması sonucunda en az 40 kişinin öldüğünü ifade etti.
Uluslararası Af Örgütü, 30 Eylül’de Musalla’da meydana gelen olayda öldürülen 66 kişinin isimlerini kaydetmekle birlikte gerçek ölü sayısının daha yüksek olduğu kanaatindedir. Uluslararası Af Örgütü aynı zamanda 30 Eylül’den bu yana Zahidan kentinin diğer bölgelerindeki başka protestolarda öldürülen 16 kişinin isimlerini de kaydetti ve bu ölümlere yönelik araştırmalarını sürdürmektedir. Öldürülenler arasında en az üç çocuk da yer alıyor.
Çocukların ikisi 30 Eylül’de Musalla’daki olay sırasında, biri ise aynı gün yaşanan bir başka olay sırasında öldürüldü. Uluslararası Af Örgütü, 30 Eylül’den beri Zahidan’da en az dört çocuğun daha öldürüldüğüne ilişkin ihbarları araştırmaktadır.
Uluslararası Af Örgütü’nün kaydettiği ölü sayısı yalnızca, kurumun ölümlerden doğrudan etkilenen birincil kaynaklardan edindiği bilgiler veya Beluci insan hakları aktivistleri vasıtasıyla isimlerini tespit ettiği kişilerle ilgilidir. Uluslararası Af Örgütü Zahidan’da öldürülen 21 kişinin aileleriyle de görüştü.
Uluslararası Af Örgütü daha önce, 19 Eylül ile 25 Eylül arasında ülke genelinde İran güvenlik güçlerince öldürülen 52 kişinin isimlerini de kaydetti.
Resmi inkar ve gizleme
Yetkililer, önceki inkar ve gizleme politikalarının bir devamı olarak, can kaybı sayısını olduğundan az açıkladı ve 30 Eylül’de Zahidan’daki protestolar sırasında çevredeki kişiler ve çok sayıda güvenlik gücü mensubunun da aralarında bulunduğu 19 kişinin öldürüldüğünü duyurdu.
Yetkililer, ölümlerin sorumluluğunu üstlenmemek için, sorumluluğu yabancı hükümetler hesabına çalıştıklarını iddia ettikleri “teröristlere,” “isyancılara” ve “ayrılıkçılara” yükleyen gerçeğe aykırı açıklamalar paylaştı.
30 Eylül’den sonra devlet medyasında yayınlanan propaganda videoları, yetkililer tarafından Zahidan’da güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen silahlı saldırılara karıştıkları öne sürülen tutukluları başlarına çorap geçirilmiş halde gösteriyor.
Bir videoda, bir TV sunucusunun bir tutukluya yönlendirici sorular sorduğu ve tutuklunun yanında avukatı olmadan, 30 Eylül’deki silahlı saldırılara karıştığı iddiasıyla ilgili olarak suçu kabullenen beyanlarda bulunmaya zorlandığı görülüyor.
TIKLAYIN - İran'da Mahsa Amini eylemleri: Kadınlar çok kararlı
TIKLAYIN - Akademisyen Matin: İran'da başörtüsü yasağı gevşetilebilir
Kanıtlar
İran yetkililerinin, insan hakları ihlallerini örtbas etmek için tutuklulardan zorla beyan alma ve bunları yayınlama konusunda daha önce kapsamlı bir biçimde belgelenen uygulamaları göz önüne alındığında, Uluslararası Af Örgütü bu beyanların baskı altında alındığından endişe ett.
Yetkililer, protestocuların kamu malını yağmalama ve kundaklama eylemlerinde bulunduğunu öne sürdü. Ancak, protestocular arasında polis merkezine taş atan azınlık bir grup dışında, Uluslararası Af Örgütü, 30 Eylül’de meydana gelen Musalla olayı sırasında daha genel olarak protestocuların ve çevredeki kişilerin, güvenlik güçlerine veya başkalarına karşı ölüm veya ciddi yaralama tehdidi oluşturacak veya kendilerine karşı öldürücü güç kullanımını haklı çıkartacak bir şekilde şiddet eylemlerine karıştığını gösteren hiçbir kanıt tespit etmedi.
Ayrıca, kanıtlar, Musalla’daki müdahale sırasında öldürülen birçok kişinin başının arkasından veya sırtından vurulduğunu ortaya koyuyor. Bu da bu kişilerin vuruldukları sırada güvenlik güçlerinden uzaklaştığı ve yakın bir ölüm veya ciddi yaralama tehdidi oluşturmadığı anlamına geliyor
Uluslararası insan hakları hukuku ve standartları uyarınca, ateşli silah kullanımı yalnızca yakın bir ölüm veya yaralama tehdidine karşılık ve yalnızca daha az tehlikeli yöntemlerin yetersiz kalacağı kanıtlandığında hukuka uygun olarak değerlendirilir. Protestocuların bir kısmı şiddet eylemlerine başvursa bile, kolluk görevlileri, barışçıl protestoların güvenlik güçleri tarafından yersiz müdahale veya sindirmeyle karşı karşıya kalmaksızın devam edebilmesini sağlamak zorundadır.
Her türde güç kullanımına yalnızca şiddet içeren protestolara cevaben son çare olarak izin verilir. Güç kullanımı hukuka uygun, gerekli ve orantılı olmalı, kolluk görevlileri şiddet eylemlerine başvuran kişilerle başvurmayanları açık bir şekilde birbirinden ayrı tutmalıdır.
(EMK)