Kadıköy'den metroyla Kartal'daki Adliye Sarayı'na yaptığınız yarım saatlik yolculuğun ardından metronun merdivenlerinden adliye binasını gördüğünüzde sizleri bambaşka bir manzara karşılıyor.
Çevik kuvvet otobüsleri, beyaz renkteki sivil polis araçları ve TOMA'larla emniyet müdürlüğü binasını andıran yer Adliye Sarayı. Adliyenin hemen girişi ise yaya geçişine izin verilecek şekilde büyük oranda polis bariyerleriyle kapatılmış durumda.
Bariyerlere 50 metre mesafede ise "Patron-idare işbirliğiyle işten atıldık" pankartı göze çarpıyor. Bu manzara, Anadolu Adliyesi'nde yaşananlar hakkında hemen fikir veriyor.
Polis bariyerlerinden içeriye birkaç adım attığınızda ise sizi, 4 Aralık'tan bu yana adliye önünde ücret alacakları ve iş güvencesi için direnen işçiler karşılıyor.
Adliye işçisi bugüne nasıl geldi?
Kar yağışı başlayıp geçtiğimiz günlerde içimizi ısıtan "bahar havası" kendisini kara kışa bırakıyor ama adliye işçileri hakları için çıktıkları bu yolu terk etmiyor.
Kartal Adliyesi'nin yemekhane, kafeterya ve çay ocaklarında çalışan işçilerin yaşadıkları bu mağduriyet ilk değil. İşçiler benzer bir süreci 2014 yılının Eylül ayında da yaşamışlar ve sorunlar çığ gibi büyümüş. 1 Eylül 2014 tarihinden itibaren iş bırakan ve adliye önünde mesai saatleri içinde oturma eylemi yapan işçilerin direnişi sonuç veriyor ve 6 Eylül'de taşeron firma MFS ile protokol imzalanarak işçiler işbaşı yapıyor.
Ancak bu "kazanım" pek uzun sürmüyor. 2015'in Mart ayının başında MFS isimli taşeron şirketin yerine yeni bir taşeron şirket (Evrensel Hazır Gıda) geliyor. Yeni taşeron şirket ise 40'ın üzerinde işçiyi işten atıyor.
İşten çıkarmaların ardından adliye önünde eylemler ve direniş devam ediyor. Bir yandan da hukuki girişimler avukatlar aracılığıyla sürerken taşeron sisteminin 'adaletsizliği' işçilerin kapısını bir kez daha çalıyor.
Sendikayla yola devam
Aralık 2015'e kadar yeni taşeron firma bünyesinde çalışmaya devam eden işçiler 3 ay boyunca ücretlerini alamayınca yeni bir direnişin yolunu tutuyorlar. Bu "yeni" sürecin öncekilerden farkı ise işçilerin 4 Aralık'tan itibaren Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na (DİSK) bağlı Devrimci Turizm İşçileri Sendikası'na (Dev Turizm-İş Sendikası) üye olmaları.
Direnişin başlamasının ardından Evrensel Hazır Gıda ile sözleşmesini 16 Aralık'ta fesheden Başsavcılık "yeni" ama tanıdık bir şirketle (Ak-Er) 2 aylığına geçici bir sözleşme yapıyor. Ak-Er'in genel müdürünün, önceki hak gasplarının mimarı olan MFS'nin sahibi ile aynı olması işçiler tarafından tepkiyle karşılanıyor.
Ak-Er'le yapılan geçici sözleşme sonrasında ise şu anda direnişte olan işçilerden 32'si tekrar işe başlatılmayarak işten atılıyor. İçeride çalışmaya devam işçilerden 23'ü de "arkadaşlarımız yoksa biz de yokuz" diyerek direnişteki yanına katılıyor.
Sonuç olarak 56 işçi hem üç aylık maaşlarını alamamış oldu hem de işten atıldılar. Geri kalan işçiler ise maaşlarını alamasalar da çalışmaya devam etmek zorunda kaldı. Ak-Er şirketi, halihazırda 140 işçiyle yemekhane, çay ocağı ve kafeteryaları işletmeye çalışıyor.
Taşeron sistemine isyan
Yeni yılın öngünlerinde soğuk havaya rağmen kararlılıklarından kaybetmeyen işçilerle adliye önünde sohbet ediyoruz. İşçiler, yıllardır taşeron firmalar bünyesinde güvencesiz biçimde çalıştırılmaktan, ücretlerini alamamaktan yakınıyor.
Dev Turizm-İş Eğitim ve Örgütlenme Uzmanı Naim Göktaş, taşeron firma Evrensel'den ücret alacakları için davalar açıldığı ve şirketin mallarına haciz konulduğunu ifade etti.
Direnişteki kadın işçilerden Gülcan Demirde taşeron sisteminin yarattığı mağduriyete dikkat çekiyor ve yaşadıkları sıkıntıları şöyle özetliyor:
“Kışın ortasında işsiz kaldık. İşimize dönmek istiyoruz. Biz buranın emekçisiydik. İşten çıkarılma nedenimizi de anlamadan kapının önüne konulduk. Kiralar ödenmiyor, kredi kartları ödenmiyor.”
“İş güvencesi olmadığı için her gelen taşeron eleman çıkartma yoluna gitti. Mücadelemizi sürdüreceğiz. Emeğimizin karşılığı verilseydi belki de burada olmayacaktık. Daha önce de 2,5 yıl burada çalıştık. Ücretlerimiz yine ödenmedi. Başsavcılık böyle bir şirketi Ak-Er adı altında yine adliyeye getirdi. Sorunun çözülmesini istiyoruz. Bizi keyfi biçimde isten attılar.”
Direnişteki işçilerden Zeynel Kayaise, 2013'ten beri adliyede çay ocağında çalıştığını belirtiyor. 2 yılı aşkın süredir izin kullanmadığını söyleyen Kaya “İçeride eleman bulamıyor çalıştırmak için. Biz de işimize dönmek istiyoruz. Ama bizi işe almıyor. İçerideki personel gerekli hizmeti veremiyor” dedi.
Farklı birimlerinde 3500'e yakın kişinin çalıştığı adliye sarayının C Kapısı önünde direnişlerini sürdüren işçileri adliyede çalışan memurlar da yalnız bırakmıyor.
Şimşek: Başsavcılık, tüm hak ve alacaklardan sorumlu
Süreci takip eden Çağdaş Hukukçular Derneği'nden (ÇHD) Bülent Şimşek ise Başsavcılık'ın asıl işveren konumunu reddetmesini şu sözlerle değerlendiriyor:
“Başsavcılık her görüşmede, işçilerin ücretini alamamasında sorumluluğumuz yok, biz adliye yemekhane, kafeterya ve çay ocaklarını kira sözleşmesi yapıp kiraladık diyor. Adı kira sözleşmesi ancak içeriği tipik bir Hizmet Alım Sözleşmesi hükümleri içeriyor. Bu sözleşmelerde, hakim-savcı ve personel yemekhanesinde günlük verilecek yemek çeşidi, işçilerin kılık-kıyafeti, işçilerin isim-adres bilgilerinin Başsavcılığa verilmesi, sakıncalı görülen işçilerin işe başlatılmaması ve işten çıkartılması, adliye personeline uygulanacak yemek ve çay fiyatına kadar bir dizi düzenleme bulunmakta. Hatta, hakim-savcı ile personelin yediği yemek bedellerinin Başsavcılık tarafından ödeneceği açıkça düzenlenmiştir.
"Bir kira ilişkisinde, kira bedeli ile yerin kullanma amacı dışında bir belirleme yapılmaz. Öyleyse burada tipik bir hizmet alım ilişkisinin daha yaygın bir ifadeyle taşeronluk ilişkisinin olduğundan rahatlıkla bahsedebiliriz. Gerek iş Kanunu gerekse Kamu İhale Kanunu çerçevesinde Başsavcılık, başta ücret olmak üzere işçilerin tüm hak ve alacaklarından sorumludur. İşçilerin ücretini ödemekten kaçınamaz, iş güvencesine aykırı davranamaz. Taşeronun ihalesinin feshedilmesi de bu sorunluluğu ortadan kaldırmaz." (ÖÇ/NV)