Cumartesi Anneleri/İnsanları, Galatasaray Meydanı’ndaki 669. Oturmalarında, 22 yıl önce gözaltında şkenceyle öldürülen Abdullah Canan’ın faillerini sordu.
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da oturmaya katıldı.
Abdullah Canan'ın oğlu Tayyip Canan “Bizler, kayıp yakınları olarak katillerin korkulu rüyası olduk. Bizler ülkenin en onurlu ve büyük ailesiyiz. Katiller ise ülkenin en lanetli ve en küçük aileleridir. Halk arasına çıkma yüzleri bile yok. Zulüm yapanların, ömrü olsun ki; her hesap sorduğumuzda korkularından gün be gün yok olsunlar. Tüm kayıp yakınlarının acıları benim acımdır diyor, tüm kayıpların anısı önünde saygıyla eğiliyorum” diye konuştu.
43 yaşındaki Abdullah Canan, Hakkari Yüksekova’da 17 Ocak 1996’da sabah aracıyla evden ayrıldıktan sonra, Yüksekova-Van otoyolundaki askeri kontrolde gözaltına alındı. 21 İubat 1996’da işkence görmüş bedeni, elleri, ayakları ve ağzı bağlı halde köylüler tarafından bulunmuştu. AİHM, Türkiye’yi Abdullah Canan'ın yaşam hakkını koruyamadığı için 83 bin avro cezaya çarptırmıştı.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına Leyla Kaya okuduğu basın açıklamasında, artık yargı ve hukuka güvenilmediği, AİHM kararlarının ve evrensel hukuk kurallarının hiçe sayıldığı ifade edildi.
Canan nasıl kaybedildi?
21 Kasım 1995’te Yüksekova Komando Tabur Komutanlığı, Yüksekova’ya bağlı Befircan (Karlı) köyüne operasyon düzenlendi. Abdullah Canan ve ailesinden yedi kişi, bu operasyon sırasında evlerine ve mallarına zarar geldiğini ve konuda esas sorumlunun operasyonu düzenleyen Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul olduğunu belirterek Yüksekova Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu. Zararın tespit ve telafi edilmesini talep etti.
Bu suç duyurusu üzerine Binbaşı Yurdakul, Canan’ı başvurusunu geri çekmeye zorladı ve tehdit etti. Canan’ı ve suç duyurusunda bulunan diğer iki kişiyi makam odasına çağıran Yurdakul, Abdullah Canan’a “Sen bizi şikayet edemezsin, edersen sonucu senin için ağır olacaktır” dedi.
Daha sonra Mehmet Emin Yurdakul 15’e yakın subayı da aynı odaya çağırarak subaylara hitaben “Beyler, sizleri şikayet eden insanların elebaşları bunlar, bunları çok iyi tanıyın,” diyerek Abdullah Canan ve diğer köylüleri onlara gösterdi. Abdullah Canan ile birlikte orada bulunan köylüler Aydın Canan ve Naci Canan’dı.
17 Ocak 1996’da Abdullah Canan, Hakkari’nin Yüksekova ilçesinden özel otomobili ile Hakkari il merkezine giderken yol üzerinde bulunan Keremağa Köprüsü Puling Çeşmesi’nde, Hakkari’de kurulu ve komutanlığını Binbaşı Yurdakul'un yaptığı 1. Dağ ve Komando Taburu Komutanlığına bağlı askeri birliklerce yapılan yol kontrolü sırasında gözaltına alındı.
Bir daha kendisinden haber alınamadı.
Canan’ın özel otomobili, 21 Ocak 1996’da Başkale-Van karayolu üzerindeki Güzeldere Geçidi’nde, şarampolde terkedilmiş, hasarsız bir şekilde bulundu.
21 Şubat 1996’da da Abdullah Canan’ın cesedi köylüler tarafından, Yüksekova-Esendere Karayolu, Güldalı Köyü, Fidanlık Mevkiinde ağzı bantlanmış ve elleri bağlanmış şekilde bulundu. Otopside Canan’a elleri bağlı halde işkence edildiği, yanaklarının kesici aletlerle parçalandığı ve kafası da dahil olmak üzere bedenine isabet eden yedi kurşun ile öldürüldüğü saptandı.
26 Şubat 1996’da Abdullah Canan’ın eşi ve oğlu Vehap Canan, Yüksekova Cumhuriyet Savcılığına Abdullah Canan’ın öldürülmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle Binbaşı Yurdakul aleyhine suç duyurusunda bulundu.
Vehap, babasının gözaltına alındıktan sonra “Yüksekova Çetesi”nce sorgulandığını ve işkence gördüğünü belirtti. Çetenin üyelerinden Kahraman Bilgiç adlı bir kişi tarafından kendilerinden 50 bin Alman Markı para istendiğini ifade etti. Abdullah Canan’ın ailesi bu paranın 10 bin kadarlık kısmını ön ödeme olarak Bilgiç’e verdi.
Bilinmeyen bir tarihte Kahraman Bilgiç, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul ve Teğmen Nihat Yiğiter hakkında Diyarbakır DGM Savcılığında soruşturma açıldı. Abdullah Canan ve diğer üç kişiyi tasarlayarak öldürmekle suçlandılar.
Kahraman Bilgiç ifadesinde, Binbaşı Yurdakul’un talimatıyla Abdullah Canan’ı Esendere yoluna götürdüklerini ve Nihat Yiğiter’in 2-3 el ateş ederek Canan'ı öldürdüğünü söyledi. Binbaşı Yurdakul ve Teğmen Nihat Yiğiter bu suçlamaları reddetti.
14 Nisan 1997 tarihinde Diyarbakır DGM görevsizlik kararı vererek dosyayı Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı 13 Haziran 1997'de sanıklar Mehmet Emin Yurdakul, Nihat Yiğiter ve Kahraman Bilgiç hakkında kasten öldürmek, bir suçun delillerini yok etmek gayesiyle birden fazla adam öldürmek ve suça azmettirmek suçlarından Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde dava açtı.
Mahkeme, 12 Kasım 1999’da iddiaları yeterli ve inandırıcı bulmayarak ve şüpheden sanık yararlanır ilkesini gerekçe göstererek sanıkların beraatına karar verdi. 2 Nisan 2001 tarihinde Yargıtay 1. Ceza Dairesi bu kararı onadı.
1 Aralık 1997’de Vehap Canan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurdu. AİHM’nin 26 Eylül 2007 tarihli kararında, Sözleşme’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin Abdullah Canan'ın öldürülmesi nedeniyle esastan ve etkili ve yeterli bir soruşturma yapılmadığı için usulden; işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza yasağını düzenleyen 3. maddesinin ise esastan ihlal edildiğine karar vererek, hükümeti maddi ve manevi tazminat ödemeye mahkum etti. (ÇT)