Bu süreçte Amerikan silahları kullanılıyordu ve ABD yetkilileri Türkiye'nin bölgeyi "ot bitmeyecek" hale getirme stratejisini biliyorlardı. Ama Washington Türkiye'ye desteğini sürdürdü, çünkü bu ülke önemli bir stratejik müttefikti.
Bu raporun hazırlanmasında araştırma görevlisi olarak çalışırken umutsuz göçmenlerden yürek paralayıcı öyküler dinlemiştim. Ama asıl hiçbir zaman unutamayacağım sözleri Türk tercümanımdan işittim: "Siz Amerikalılar hem virüssünüz hem de anti-virüs, öyle değil mi? Bir yandan halka karşı kullanılsın diye silah, ardından demokrasi olsun diye insan hakları uzmanları gönderiyorsunuz."
Tercümanımın yorumu Amerikan dış politikasının çelişkilerinin harikulade bir özetiydi. 11 Eylül saldırısından sonra onun sözleri kulağımı her zamankinden fazla çınlattı.
Amerikalıların çoğu öykünün yalnızca bir yanını, okullarda bize öğretilen iyiliksever "anti-virüs"ü görürler. Tarifi olanaksız saldırılarla karşılaştığımızda özellikle uzağı görme yeteneğimizi yitiririz. Sonunda neden bazı insanların bu saldırıyı kalpten hatta büyük bir coşkuyla kutladıklarına akıl erdiremeyiz.
Anti-amerikan duyguları çözümleyebilmek bizim için yaşamsal önem taşıyor. Amerika'nın Orta Doğu siyasetini, ABD'nin İsrail-Filistin çatışmasıyla ilgilenme biçimi üzerinde özellikle durarak, acilen gözden geçirmemiz gerekiyor.
1990'lar boyunca ABD Irak'a yönelik olarak gitgide sertleşen bir ambargo uygulamakta ısrar etti. Ülkenin alt yapısını Körfez Savaşı'nda yerle bir eden ABD uluslararası topluluğu Saddam Hüseyin'in ordusunu kıskaca almak amacıyla zalim bir ambargo uygulamaya ikna etti.
Amaç ne denli övgüye değer olursa olsun yaptırımlar muazzam ölçülerde bir kamu sağlığı bunalımına yol açarak yüz binlerce masum insanın ölümüne neden oldu. Columbia Üniversitesi araştırmacılarından Richard Garfield'ın incelemesine göre 1991 ile 1998 arasında 5 yaşında küçük 106 bin ile 220 bin arasında çocuk bu yaptırımlar yüzünden hayatını kaybetti.
Kuzey Amerikalılar Irak'ın sivil kayıplarını görmezden gelirken Arap dünyası bunları tıpkı bizim 11 Eylül saldırıları sonrasında duyduğumuza benzer bir dehşetle izledi. Tek fark bunların yıllar boyunca ağır çekimle gerçekleşmiş olmasıydı. Bu arada Amerika'nın 1980'lerde Bağdat'ın Kuzey Irak'ta Kürtlere karşı giriştiği.soykırım sırasında verdiği destek de unutulmuyor.
ABD'nin İsrail'e desteği de başka bir hayal kırıklığı nedeni..
İsrail'in de ABD gibi hem iyi hem kötü yanları var. Ancak bu ikilik çoğu kez Kuzey Amerikalıların gözünden kaçıyor.
Bir örnek vermek gerekirse Gazze Şeridi'nin 1 milyonu aşkın insanın ABD silahlarıyla donanmış İsrail birliklerince umut ve onur kırıcı bir biçimde hapsedildikleri bir açık cezaevine döndü. Gazzelilerin bir çoğunun İsraillilerce yerle bir edilmiş köylerden geldiklerini biz unutmuş olsak da Orta Doğuluların çoğu unutmuyor. ABD politikaları dolayısıyla İsrail'e duyulan öfke çoğu kez ABD'ye yönelik bir kızgınlığa dönüşüyor. 11 Eylül saldırılarını kutlayan kimi Filistinlilerin intihar saldırılarını gösteren resimler böyle ortaya çıkıyor.
Ancak, kimilerinin anti-Amerikan saldırılara besledikleri sempatiyi anlarsak Amerika Birleşik Devletleri'ni terörizme karşı daha güvenli kılabiliriz. Bunun için Washington'un müttefiklerinden vazgeçmesi ya da her mızırdanmaya kulak kabartması değil gerçek bir özeleştiri çabasına girişmesi gerekiyor. Dünyanın en güçlü ülkesinden hoşlanmayacak birileri hep olacaktır ama Amerika'nın bu duyguların üstesinden gelmek için yapması gereken daha pek çok şey var.
Buna ABD dış politikasını değerlendirmek üzere itibar sahibi bilim insanları, siyasetçiler ve insan hakları uzmanlarından oluşan bir komisyon kurmakla başlanabilir. Komisyon dünyanın farklı yerlerinde bir araya gelerek yakınan tarafların meşru temsilcileriyle tartışabilir. Bu tartışma Güney Afrika'da ırk ayrımcılığı sonrasında görevlendirilen hakikat komisyonun sağladığı düzeyde bir arınmanın yolunu açabilir.
Ayrıca Amerika bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması da dahil çoktandır imzalamaya yanaşmadığı uluslararası anlaşmaları imzalayıp onaylayabilir.
Yalnızca bu bile ABD'nin ülkesi dışında her şeye kendi başına karar veren bir zorba olarak algılanmasını değiştirmekte pek çok yarar sağlayacaktır.
Daha özeleştirel ve ahlaki bir dış politika terörü durdurmayacaktır ama anti-Amerikan eylemlere desteği azaltarak Kuzey Amerika'nın güvenliğine katkıda bulunacaktır. Zaman içinde bunun askeri karşılıklar kadar sonuç alıcı ve etkili olacağı görülecektir.
_________________________________
(*) James Ron is Canada Research Chair in Conflict and Human Rights at McGill
University.