Bu savaş, kapitalizmin ve batı uygarlığının uzun tarihinde yeni bir aşamaya girildiğini, dolayısıyla bir önceki döneme ait hukuk ve kurumların yıkılmaya başladığını da açıkça ortaya koydu. Birleşmiş Milletler (BM) anlamsız ve işlevsiz hale geldi, NATO ve Avrupa Birliği (AB) bölündü. Statüko bozuldu. Küresel hukukun dayandığı varsayılan ve ne olduğu hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayan uluslararası toplum kavramı geçersizleşti. Eğer savaşı askeri planda ABD kazanırsa, silahların açtığı yoldan yeni emperyal hukukun ilerlediğine tanık olacağız.
Yıkılan kavramlardan en önemlisi aslında liberal küreselleşme fikri oldu. Daha doğrusu bu kavrama yüklenen pozitif anlam paramparça oldu. Sanıldığı gibi ulusal devletlerin önemini yitirdiği, bağımsızlık ve egemenlik gibi kavramlarının değerinin kalmadığı yolundaki ideolojik kurgu tamamen çöktü. Bu propagandanın derin etkisi altında geliştirilen sol tezlerin kaderi de farklı olmadı. İtalyan sosyalistleri Michael Hardt ve Antonio Negrinin ortaya attıkları İmparatorluk teorisi, bunların arasında en ünlü olanıydı.
Anti-emperyalist mücadelelerin önemini küçümseyen, hatta artık böyle bir mücadele alanı kalmadığını belirterek bu konuda ısrar edenleri neredeyse milliyetçilikle eleştiren anlayış, bu çöküşün en dramatik alanını oluşturdu. Anlaşıldı ki, küresel hegemonya ve paylaşım savaşları için emperyalist anavatanlara, ulusal devlet ve ordulara hâlâ ihtiyaç vardı. Küresel hegemonya mücadelesi ve saldırıya direniş bu aktörler üzerinden yürütülüyordu.
Öte yandan gerçekten de bir şeyler yıkılıyor veya yeniden tanımlanıyor ve tekrar kuruluyordu. Şimdi bu tarihsel duruma biraz daha yakından bakalım.
Yenilenler ve yıkılanlar
Bu savaşla birlikte yıkılan ilk şey Amerikan efsanesidir. ABDnin üstün teknolojisi, kahredici askeri gücü ve büyük ekonomisinin yenilmezliği fikri; Irakın gösterdiği beklenmedik direniş ve dünya barış cephesi karşısında çökmüştür. Eskidiği iddia edilen yurt kavramı ve bu kavramı arkasına alan insanların direnişi herkesi şaşırtmıştır. İnsanı, onun değerlerini ve ruh dünyasını ıskalayanlar artık sadece bir Pirus zaferi kazanabilecektir.
Bir Rus generalinin söylediği gibi, yıllardır bilgisayar üzerinde savaşanlar, başlarını gerçek hayata çarpmıştır.
Anlatmaya çalıştığım şudur; ABD bu savaşı askeri planda Irakı yakıp yıkarak orta veya uzun vadede kazansa bile ki bu olasılık hâlâ yüksektir- ideolojik olarak yenilmiştir. Önemli olan da budur. Başka bir anlatımla, gücünü büyük ölçüde ABDnin ima ettiği değerlerden alan yeni liberalizm, bir ideoloji ve bir proje olarak bozgun ve gerileme dönemine girmiştir. Yeni liberalizmin küresel ölçekteki ideolojik hegemonyası parçalanmıştır. Vatanlarını savunan Iraklıların ve dünyanın her yerinde sokakları fetheden yüz milyonlarca anti-emperyalist barış eylemcisinin başardığı şey ve yarattığı sonuç budur.
İliştirilmiş gazeteciler
Dikkat edilirse Doğan Grubu dahil savaş yanlısı gazete ve televizyonların dili ve üslubu da yavaş yavaş değişmeye başladı. ABDnin üç günde Irakın işini bitireceğini sanan ve bu nedenle yüz kızartıcı bir para pazarlığı yürütmeye kalkışan büyük gazete ve televizyonlar, farklı bir tabloyla karşılaşınca önce şaşırdılar. ABDnin bizzat kendisi yapamadık, savaş yaz aylarına kadar uzayabilir deyince, şaşkınlık bu kez yerini, bunda bir yanlışlık var herhalde kuşkusuna bıraktı. Türkiyenin ikinci tezkereyi reddederek bir bataklığa saplanmaktan son anda kurtulduğu utangaç şekilde söylenmeye başlandı.
Kuzey cephesi açılmasa bile, bu savaşı nasılsa ABD kazanacak şeklindeki tezler de iki haftalık süre içinde çöktü. Savaşın uzamasının ve kayıpların artmasının Türkiyenin tavrından kaynaklandığı, doğrudan ABDli askeri uzmanlar tarafından söylenmeye başlandı. Ve anlaşıldı ki, Irakın gösterdiği şiddetli direniş, Kuzeyden esaslı bir tehdidin gelmemesinden güç almakta.
Özetle; Amerikan ideolojisiyle birlikte embedded correspondent yani iliştirilmiş gazeteciler de yenildi. Son Irak savaşının bir hediyesi olan bu sıfat, yedeklenen, denetlenen ve yönlendirilen gazetecilik demek. Doğrudan Pentagon tarafından üretildi. Yani ABD yönetimi Vietnamda olduğu gibi bu kez işi şansa bırakmadı. Başından itibaren medyayı yanına, daha doğrusu emrine almayı amaçladı.
Entegre gazetecilik
Aslında buna entegre gazetecilik diyerek kavramı biraz genişletebiliriz. Çünkü bu kavramın içine gönüllü olarak kendisini ABDye iliştiren gazetecileri de almak gereklidir. Onlar daha çok cephe gerisinde, yani karargahta bulunurlar ve savaş için meşruiyet üretmeye çalışırlar. Bu entegre gazeteci tipinin Türkiyedeki en ünlü örnekleri Ertuğrul Özkök ve Hasan Cemal gibi isimlerdir.
Bu isimler, rantiye ekonomisinin bir süre daha devam etmesi ve bir avuç vurguncunun/spekülatörün birkaç yıl daha borsada oynayabilmesi için Türkiyenin para karşılığı savaşa girmesini savundular. Onlar, temsil ettikleri çevrelerin bu pastadan pay alabilmesi için kendilerini değil ABDye iliştirmek, monte etmeye kalkıştılar.
Başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Öyle toplumsal çıkar gibi kavramları bir kenara koyalım; artık onlar için vatan, ulusal çıkar ve onur gibi değerler bile palavraydı!
Durum öyle bir hal aldı ki, bir önceki hükümetin Başbakanı ve T. Erdoğan hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bile, çıktığı bir televizyon programında (25 Mart 2003) medyanın amerikancı tutumundan yakındı. Gül, bazı gazete ve televizyonların Türkiyenin ABDye karşı yürüttüğü politikayı değil, ABDnin Türkiyeye karşı izlediği politikayı desteklediğini söyledi. Evet, necip ve pek milliyetçi Türk medyası Türkiyeye karşı ABDyi desteklemişti. Yalnız kaldıklarını belirten Abdullah Gül, bazı konularda yalpalamalarını da örtük olarak bu olguya bağlıyordu.
İşte bu pek Türk, pek milliyetçi ve hayli entegre gazeteciler şimdi derin bir şaşkınlık yaşıyorlar. Anlayacağınız bu savaş daha bitmeden yani Ertuğrul Özkökler de yenildi. (MY/EK)