Bush, AB Dönem Başkanı İrlanda Başbakanı Bertie Ahern ve AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi ile ortak basın toplantısında verdiği ilk siyasî mesajı Türkiye'ye ayırdı. Bush, "Türkiye, demokrasi ve Müslüman kimliği başarıyla kaynaştıran gururlu bir ülke. AB standartları yolunda ilerliyor. AB, Türkiye'nin tam üyeliğini sağlayacak müzakereleri başlatmalıdır" dedi.
Ancak bu beyanlara tepki iki gün sonra, 28 Haziran Pazartesi günü hükümet eden Fransız sağının yayın organı niteliğindeki Le Figaro gazetesinin "Bush Türkiye'yi Avrupa'da istiyor" manşetiyle geldi. Fransız Cumhurbaşkanı Chirac da akşamüstü düzenlediği basın toplantısında Bush'un AB'nin işlerine karışmaması gerektiğini bir kez daha hatırlattı.
Türkiye'nin adaylığının reddedildiği 1997 Lüksemburg Zirvesi'nden itibaren ABD, özellikle Alman ve Fransızları çileden çıkartırcasına (Şansölye Kohl'un hiddetini hatırlayın) AB ülkelerine Türkiye'yi almaları için baskı yapmıştır.
Kâh Clinton döneminde olduğu gibi iyi niyetle, kâh şimdi olduğu gibi art niyetle yapılan bu telkinlerin daima faydasından çok zararını gördük. Türkiye'nin AB ile olan ortaklık ilişkilerinde özellikle şu dönemde uzak durması gereken ülke ABD ve onun baş destekçisi olan İngiltere'dir.
Irak savaşında başta Polonya olmak üzere ABD tarafından "yeni, genç Avrupa" diye adlandırılan çiçeği burnunda AB üyelerinin savaş ve ABD yanlısı tutumları AB'nin çekirdek ülkelerini son derece rahatsız etti. Irak savaşı ile ayyuka çıkan anlaşmazlıkların temelinde ABD ve özellikle şimdiki cumhuriyetçi idarenin, AB'nin birleşme ve entegrasyon projesinin gerçekleşmesini istememesi ve bunu somut olarak AB'nin belli ülkelerini kullanarak dayatıyor olması yatıyor.
Bunlar, AB'yi sadece geçim kapısı olarak gören yeni üyeler ile AB'yi salt ortak Pazar ve uluslararası bir kuruluş olarak gören Danimarka, İngiltere ve İsveç gibi ülkeler. Çekirdek ülkeler ile bu diğer ülkeler arasında ABD'nin keyifle izlediği bir çekişme döneminin daha başındayız.
Birkaç gün önce Alman-Fransız ikilisinin Komisyon başkanı adayının (Belçikalı Verhofstadt) nasıl İngiltere tarafından reddedildiğini hatırlayacak olursak ortadaki sorun çok derin gibi gözüküyor.
Önümüzdeki dönemde hayatî bir önemde olan "siyasî Avrupa"nın hayata geçmesi çekirdek ülkelerin ne dereceye kadar ağırlıklarını koyabileceklerine bağlı. AB Anayasası'nın İngiltere gibi ülkeler tarafından reddedilme olasılığı hızla bu gibi ülkelerin AB'den ayrılmalarını gündeme getirecektir.
İşte bu ortamda Türkiye yerini çok iyi belirlemesi gerekiyor. Bugün için ve Aralık kararına giden yolda sarsılmaz bir gerçek varsa o da Almanya ve Fransa'nın Türkiye'nin üyeliğiyle birlikte ikinci bir İngiltere istemedikleridir.
Diğer bir deyişle Türkiye eğer AB'li olmak istiyorsa önünde tek bir AB'li olma biçimi vardır veya en azından, ucundan kenarından ve son tahlilde ABD'nin peşinden giden İngiltere gibi AB'li olma seçeneği, sureti kati'yede yoktur.
Keza Başbakanın bazı danışmanlarının sandığı gibi Türkiye'nin AB'ye ABD tarafından üye edileceğini düşünmek son derece vahim bir yanılgıdır. Dolayısıyla bugünden verilen mesajlara, sembolik davranışlara çok dikkat etmemiz ve kendimizi konumlandırdığımız tarafı çok sarih bir şekilde göstermemiz gerekiyor. (CA/BB)
* Cengiz Aktar; AB Genişleme Uzmanı