Çifte standart?
Avrupa Birliği'nin kendi içinde de bizim yeri geldikçe sızlandığımız o meşhur çifte standardı dile getirenler çıkıyor. Söz konusu uymazlıklar , her ne kadar küresel sahnede göze çarpsa, bizimle doğrudan ilgili olmasa da; demokratikleşme çabalarımızı yeterli bulmayan Avrupa Birliği Ülkeleri'nin kuşku uyandırıcı ikilemlerini gözden kaçırmamak için zaman geçirmeden eleştirisi yapılmak gerekiyor: Almanya Fransa ekseninde rasyonel tutuculuğu ilke edinen topluluk, küresel demokrasi açısından tedirgin edici bir konum almaya başladı. Üçüncü dünya ülkeleri artık Dünya Ticaret Örgütü'nün işlevini/işlevsizliğini bir an önce dikkate almak, ve kendilerini bu düzende daha fazla ezdirmemek durumundalar.
Örneğin Avrupa Birliği'nin kendi içinde en çok tartıştığı meselelerden biri: "Ortak Tarım Politikası" artık birlik dışındakileri de birlik içindekiler kadar yakından ilgilendirmekte. Demokrasinin evrenselliğini içselleştireceğimiz günlerde küremizde eleştirilecek daha çok sayıda 'ortak politika' olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Birliğin ortak bir tarım stratejisi belirleme kararını alması topululuk tarihinde oldukça erken dönemlere rastlar. Öncelikle bir tarım ülkesi olduğunu her fırsatta dile getiren Fransa'nın beklentileri doğrultusunda ilk kez 1962 senesinde bu amaca uygun bir plan üye ülkelere tanıtıldı. Birkaç sene içinde uygulamaya geçen bu projenin amacı Birlik topraklarında gıda üretimini arttırmak ve dış pazarlara bağımlılığı en aşağı düzeyde tutmaktı, Avrupa Birliği'nin her alanda kendisini taşıyabilmesi gerekiyordu, bedeli yüksek de olsa arz devam etmeli temel gıda maddeleri Avrupa'da üretilmeliydi. Bunun için azdırılmış ithalat vergileri ve ihracat destekleri belirlendi, üretimi kamçılayıcı politikalar türetildi.
Topluluğun zamandizini içinde bu politikaların sürdürülmesi Fransa, İtalya gibi tarım ülkelerince oldukça tatmin edici bulunurken; diğer üretim alanlarında gelişmiş topluluk üyesi ülkeler, yaygın ve yoğun tarımın doğaya verdiği zarardan rahatsız olan çevreci gruplarla birlikte bu politikanın karşıtlık kanadını oluşturdular. Birlik topraklarında aşırı ve pahalı üretimin desteklenmesinden doğan yüksek bir bedel söz konusuydu, bu ederin bölüşümü şüphesiz ekim alanları sınırlı, çiftçi sayısı az bölgelerin tepkisini çekecekti. Bununla kalmayıp Türkiye gibi tarımın ve hayvancılığın desteklendiği düşünülen -neden böyle bir yanılsama olduğu büsbütün bir olgudur- ancak Birlik üyesi ülkelere kıyasla gerçek anlamda hiçbir desteği bulunmayan tarım ülkelerini ise içinden çıkamayacakları bir açmaza itecekti: Tarım sektörü birden bire taşınamaz bir yük olmuştu, alternatifi ise bulunmamaktaydı. Rekabet edebilecekleri biricik sektörde eşit olmayan koşullarla karşılaşan yakın coğrafyadaki üçüncü dünya çiftçileri, çareyi ülkelerinin cılız sanayilerinin filizlendiği büyük kentlerine yerleşmekte buldular -bir yandan da ister istemez bir kamyon tahıl gönderip bir bavul dolusu sanayi ürünü almakla ilgili safsatalar ürettiler.
Avrupa Birliği'nin genişlemesi, dünya çapında ticaretin yaygınlaşması ile birlikte, etkisi daha fazla hissedilen korumacı tarım politikası, küresel demokrasinin köküne kibrit suyu eken unsurlardan biri olmaya aday hale geldi. Birlik, benzer destekleme biçimleriyle saldırgan bir tarım politikası sürdüren kürenin dört başı mamur diğer ülkeleri ile birlikte bir nevi blok oluşturdu: Endüstrinin en insani şekli küresel anlamda 'tekelleşti'. Bu blok refahı paylaşmaktaki hevessizliği yüzünden bir yandan refahın katmerleşmesini engelleyen, öte yandan endüstri kollarının yeryüzü üzerindeki bağdaşık dağılımı esasını ıskalayıp ekolojik dengeyi tehdit eden bir mekanizmayı devreye soktu. Neyse ki 'sınırlar içinde hormonlu' tarım politikaları uzun uğraşlardan sonra Dünya Ticaret Örgütü'nün meselesi haline gelebildi. Kürenin dengesini geçen on yıllar içinde temelden sarsan şikeli rekabet Uruguay Round'la başlayan ve Doha Anlaşması'na kadar uzanan süreçte uluslararası ticaret açısından masaya yatırıldı. Kürenin ayarını bozan bu duruma bir çözüm getirilmesi karara bağlanıp, Dünya Ticaret Örgütü'nün en büyük destekçisi olan Avrupa Birliği, tarım ve hayvancılığa verdikleri desteğin rekabet edilemezliği bağlamında eleştirildi.
Aslında Avrupa Birliği üyeleri Ortak Tarım Politikasında reform yapmayı kendi aralarında uzun süredir görüşmekteydiler. Konu, bazı birlik üyelerinin baskısı sonucu -Dünya Ticaret Örgütü'nde alınan kararlardan bağımsız olarak- Tarım Komisyonunda tartışılmaktaydı. Birliğin genişlemesinin devam etmesiyle İngiltere ve Hollanda'nın başını çektiği grup, Uruguay ve Doha'da alınan kararların da verdiği güvenle seslerini yükseltmişlerdi. Macaristan ve Polonya gibi doğrudan desteğin bedelini can yakacak noktaya -ek maliyet 25 Milyar Euro olarak tahmin ediliyor- çekecek yeni üyelerin de katılımıyla kökten kararların alınmasının zorunluğunu sık sık vurguluyorlardı.
Doğrudan destek yerine kırsal kalkınma
Bu dinamiklerin sonucu Avrupa Birliği Tarım Komisyonu üyesi Franz Fischler, 2002 Temmuz ayı içerisinde üye ülkeleri ikiye bölen sorunu gidermek için yeni bir öneri hazırladı. Topluluk bütçesinin yarıya yakınının tarım ve hayvancılığa aktarılmasına yönelik eleştirilerini sıraladı. Tarıma ödenen desteği azaltmayıp paranın doğrudan destek yerine kırsal kalkınmaya aktarılmasını öngören bir çalışmayı komisyona sundu. Böylece çevre ile ilgili kaygılar en aza indirilebilecek, git gide daha da yakınlaşılan komşu üçüncü dünya ülkelerine de kendilerini toparlayabilecekleri bir endüstri alanı önerilebilecekti. Özellikle et, süt ve tahıl üreticilerine nakit olarak verilen desteğin, devletlerinden bu anlamda destek yerine köstek gören gelişmekte olan ülkelerin üreticilerini ve sanayicilerini Dünya Ticaret Örgütü nezdinde mağdur konumuna düşürdüğü tartışıldı. Organik tarımın yükselen bir değer olması işleri kolaylaştırıyor, kendi sınırlarının dışında çılgınca artan nüfus inatçı davranmamayı dayatıyordu. Üye ülkelerin ve Dünya Ticaret Örgütü'nün makul bulacağı düşünülen bu öneri, 2002 Eylül ayı ortasında Fransa'nın başını çektiği 6 üye ülkenin bakanları tarafından imzalanan bir mektupla karşılık buldu. Mektupta gayet açık olarak istenilen reformların kabul edilemeyeceği, Ortak Tarım Politikası'na şu anki haliyle devam edilmesi gerektiği açıklanıyordu. Kısacası, refah Birlik içinde kalmalı, dışarıda kalanlarla ticaret tek yanlı sürdürülmeye devam etmeliydi. Fishler'in önerdiği reformlar, Birlik'in genişleme sürecine girip, bizi açıkta bıraktığı dönemde doğal olarak önemini yitirdi.
Şubat ayı içinde, Avrupa Komisyonu'nda Birliğin Ortak Tarım Politikaları ister istemez gündeme geldi. Ancak Fischler'in Fransa'nın tepkisini çeken önerisi görüşülürken kimse dünya pazarında tarım ve hayvancılıkta eşitlikçi bir rekabete yol açacak gelişmelerin başlayacağını düşünemiyordu. Haziran ayından bu yana Almanya ile son derece sıcak ilişkiler içine giren Fransa'nın bileğinin bükülmezliği anlaşılmış durumda. Kaldı ki demir perdeli geçmişlerinde tarımsal üretimlerini gözetmiş yeni üyelerin de haksız rekabet lobisine katılımları kaçınılmaz görünüyor.
Sonuç olarak, Avrupa Birliği'nin Doha Anlaşmasına uygun düzenlemeler yapmasını beklemek şimdilik hayalcilik olacak. Birlik devletleri inanılmaz desteklerle et, süt ve tahıl ürünlerini gelişmekte olan ülkelerin hiç desteksiz tarım politikalarının önüne koyup küresel demokrasinin dibini oymaya devam edecekler. Bir anlamda ortak bir kaderi paylaşıyoruz. Biz önümüze konulan demokrasinin bize ait olduğunu, Avrupa Birliği de kendi demokrasilerinin küresel demokrasinin parçası olduğunu anlamıyor. Biz yine de aklıselime yeşil ışık yakmanın üstesinden gelebildik. Kendi sınırlarımız dahilinde, gelecek nesillerin haklarını gözetmeyi demokrasi yönündeki seçimimizle bir ölçüde kotardık. Sonuçta taşlar döne değişe yerlerine oturacaktır, bizim yaşadığımız tür bir değişim, benzer baskı unsurlarının sonucunda bu blokların da içine sızacaktır. Umudumuz Avrupa Birliği'nin küresel demokrasi'nin bir ütopya olmadığını idrak edene kadar fazla zaman kaybetmemesidir. (KB/EK)