Dolayısıyla, ülkemizin teamüllerini göz önünde bulundurarak, önce sağlıklı bir tartışma başlatmanın yararlı olacağı kanısındayım.
Müzakereler ve üyeliğe hazırlık çalışmaları olabilecek en geniş katılım, eşgüdüm ve işbirliğini gerektiriyor
Türkiye'nin idarî geleneklerinde yasaları hazırlayan ve müzakereyi yapan devlettir. Devlet işine toplum karıştırılmaz. Kemikleşmiş bir gizlilik ilkesinin hakim olduğu bu ortama genellikle Ankara'da oturan son derece sınırlı bir uzman kitlesi dahildir.
Diğer taraftan, AB müzakere ve hazırlık çalışmaları, 1959'dan beri tüm AB ilişkilerinde olduğu gibi bir "dışilişki" olarak algılanma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
AB'ye üyelik sürecinde bu adetlerin sürdürülmesi mümkün gözükmüyor çünkü bunlar AB süreci gibi katılımcı, şeffaf ve ancak topluma mal oldukça somutlaşacak bir sürece uygun değiller.
İlkin, AB normları toplumu ve bireyleri doğrudan ilgilendirdikleri ölçüde öncelikli iç meselemizdir, dış ilişkimiz değil.
İkincisi, iş yasa çıkarmakla bitmiyor ve eğer bu yasalar toplum tarafından benimsenmeyecek ve uygulanmayacak ise yapılan işin bir kıymeti kalmıyor.
Üçüncüsü, bu şantiyenin altından tek başına ne herhangi bir devlet kurumu ne de herhangi bir toplum katmanı kalkabilir. Aksine bütün ilgili merci ve katmanların birlikte çalışmaları gerekiyor ki sonuca varılabilsin. Bu çerçevede neler yapılabilir?
Sürecin başından itibaren son kullanıcıların işe dahil olmaları gerek müzakere/uyum/uygulama sürecinin etkin olması açısından gerek AB'nin topluma gerçek anlamda mal olması açısından yararlı olacaktır.
Bir örnek vermek gerekirse Balıkçılık Politikası müzakere ve uyum çalışmaları esnasında Balıkçılık Kooperatifleri ne kadar sürece dahil edilirlerse yeni politikaların hayata geçirilmesi o kadar kolaylaşacak, balıkçılar balıkçılık mevzuatını o kadar sahipleneceklerdir.
Yüzyıllardır yapıldığı gibi karar ve yasaların yukarıdan aşağıya empoze edildiği bir yapılanma biçiminde elbette bu işler kolay olmayacaktır. Ama bu olmazsa da kesin koşul ve yaptırımlarla dolu AB mevzuatının hazmedilmesi zorlaşacak ve süreç tökezleyebilecektir.
AB süreci, birey ve toplum hayatının neredeyse her veçhesiyle ilgili bir yenilik ve değişiklik arz ettiği ölçüde toplumsal sorumluluk ve sahiplenme gerektiren bir niteliktedir.
Bu amaç doğrultusunda kamu ile toplum arasında eşgüdümün yapılandırılması gerekiyor. Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK), müzakere ve hazırlık döneminde kamu ile son kullanıcı toplumsal katmanlar arasında şart olan diyalogun oluşacağı forum olabilir.
Bugünkü haliyle ne işe yaradığı belli olmayan ve daha çok kamu-işçi-işveren arasında sohbet toplantılarının yapıldığı yer olan bizim ESK, AB ülkelerindeki benzerlerinden farklı bir yapıdadır.
Halbuki yeni dönemde, tıpkı AB ülkelerindeki ESK'lar gibi, toplum katmanlarının en geniş biçimde temsil edileceği istişarî bir yapıya çok ihtiyaç olacaktır. ESK gibi geniş katılımlı bir forum ayrıca belli çıkar gruplarının müzakereciler üzerinde olacak ağırlık ve baskılarını da dengeleyebilir.
Kamuda nasıl bir yapılanma?
Birinci derecede icracı kurum ve kuruluşlar arası eşgüdüme gelince, Türkiye'yi AB üyeliğine taşıyacak olan müzakere süreci ve yapılması gereken işler bürokrasimizde pek yaygın olan yetki paylaşımı çekişmelerini kaldıramayacak kadar önemli ve acildir.
Yeni yapılanmada, engin deneyim sahibi Dışişleri Bakanlığının, Temmuz 2000'den bu yana eşgüdümden sorumlu Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'nin ve Gümrük Birliği müzakerelerini yapmış olan Dış ticaret ve Gümrüklerden sorumlu birimlerin öncelikli rolü olması doğaldır. Yabancı dil bilgisi burada hayatî önemde olacaktır.
Diğer adayların pratiklerine baktığımızda Polonya ve Romanya gibi nispeten büyük ülkelerde kamusal kurumlar arası eşgüdümde Başbakanlık kurumunun öne çıktığını görüyoruz.
Polonya'da adaylık esnasında Başbakanın başında bulunduğu Avrupa Bütünleşmesi Bakanlıklar Komitesi tüm eşgüdüm politikaları ve bütünleşme konusundaki kararları almış.
Romanya ise 1997'de kurduğu Avrupa Bütünleşmesi Dairesi'ni 1999'da müzakerelerin başlaması kararının alınmasıyla doğrudan Başbakanla çalışan bir Bakanlık haline getirmiş. Nüfus, yüzölçümleri küçük ve sorunları az olan aday ülkeler ise meseleyi dışişleriyle çözmüş.
Türkiye'de Dışişlerinin eşgüdümden daha üst bir konumda olması kolay olamayacaktır. Bunun iki temel nedeni vardır: İlkin idarî anlamda Dışişleri de, örneğin Tarım Bakanlığı gibi kendi konusunda uyumdan sorumlu bir bakanlıktır ve dolayısıyla muadillerine emir veremez. İkinci sorun içerikle ilgilidir: Eşgüdüm sorumluluğundan daha üst bir konumda olacak olan dışişlerinin tüm Müktesebat konularında teknik donanımı olmaması sorunlara gebedir.
Diğer taraftan yaz başından beri basında "başmüzakereci"nin kim olacağı üzerine spekülasyon yapılıyor. Bu denli ciddî bir konuda daha başından itibaren poplaştırma eğilimine girildi.
Türkiye gibi büyük bir adayın müzakere ve hazırlık süreçleri "süpermen" bir başmüzakerecinin elindeki tılsımlı değnekle şipşak altından kalkabileceği çapta işler değildir.
Artık başmüzekereciden değil başmüzakerecilerden ve daha doğrusu müzakereci ordusundan bahsetmek gerekiyor. Eğer başmüzakereciden, üstlenilen dev şantiyenin koordinasyonundan görevli bir "şantiye şefi" anlaşılıyorsa o vakit o kişinin Başbakanın doğrudan himayesinde, siyaset ve toplumda en geniş meşruiyeti haiz birisi olması gerekiyor.
İvedilikle uzmanlık ve kapasite inşasına gerek var
Müzakere edilecek ve uygulamaya konulacak anabaşlıklar arasında içerik ve kapsam açısından büyük farklar var.
Yüz bin sayfaya yakın AB Müktesebatının yarısı Tarım üzerine. Buna karşılık örneğin "Ortak Dış politika ve Güvenlik Politika" ise son derece cılız. Türkiye açısından ise bazı anabaşlıklar diğerlerine oranla daha önemli.
Ayrıca ülkemiz Gümrük Birliği sayesinde üç anabaşlığı müzakere etmiş ve geçici olarak kapatmıştır. Çetin anabaşlıklar arasında akla başta Tarım, Balıkçılık, Bölgesel Politikalar, Kobiler ve Sosyal Politika geliyor.
Türkiye'nin tüm anabaşlıkları kapsayan konularda 1999'dan itibaren hızla uzman yetiştirmesi ve moda deyişle kapasite inşa etmesi (capacity building) gerekiyordu. Nisan 2000'deki Ortaklık Konseyi kararı ile kurulan ve tüm anabaşlıkları sekiz alt komitede toplayan yapılanma ile kamuda belli bir uzmanlaşma çalışması başladı.
Kuruluşlarından itibaren yapılan toplantılar sonucunda teknik alt komitelere katılan icracı bakanlık memurları eşgüdümden sorumlu ABGS kapsamındakiler de dahil olmak üzere yavaş yavaş uzmanlaşmaya başladılar.
Ancak bu uzmanlık hem kamuyla sınırlı hem sayıca pek az. Kamu dışı uzmanlığa gelince, ivedilikle yüksek öğretim kurumlarındaki bilgi birikimini ve uzmanlıkları tespit etmek, bunun veri tabanını oluşturmak ve bu uzmanlıktan faydalanmak gerekiyor.
Ayrıca yeni dönemde genç uzman yetiştirmek için eğitim öğretim kurumlarına hem müfredat hem de üniversite sonrası formasyon açısından çok iş düşüyor.
Türkiye'nin AB kurumları ile müzakere etme konusunda Gümrük Birliği sayesinde edindiği son derece değerli bir deneyimi var. 1988'den itibaren başlayan hazırlıklar 1994/1995'te karşılıklı müzakere aşamasına gelmiş ve 1995 sonunda sonuçlandırılmıştı.
Türkiye Gümrük Birliği ile birlikte her adayın müzakere ettiği yirmi dokuz anabaşlıktan üçünü (Malların serbest dolaşımı, Gümrük birliği ve Rekabet Politikası) tamamladı ve 1 Ocak 1996'dan itibaren de uygulamaya soktu.
Bürokrasinin bu dönemden edindiği deneyim, hem müspet hem de menfî yönleriyle yeni müzakere rauntlarına ışık tutacak niteliktedir. (CA/BA)
* Dr. Cengiz Aktar, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi