Televizyon yapımcısı Gaetan Cambra ile birlikte gazetemizi ziyaret ederek Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'le fikir alışverişinde bulunan Balabanyan, 1915 olaylarından yola çıkarak geliştirmeyi planladığı bir belgesel film projesi için, İstanbul, Anadolu ve Suriye'de araştırmalar yapacak.
Özellikle de gençlerin -1915 felaketini yaşayan Türk ve Ermenilerin torunlarının- konuya bakış açısını, nasıl bir ruh hali içerisinde olduklarını, anıların yarattığı etkileri, her iki tarafın yaşadığı psikolojik durumları irdeleyerek filmine iki farklı bakış açısını taşıyacak olan genç oyuncu, Ermeni ve Fransız kimliği arasında sıkışıp kaldığı yılları, yaşadığı iç çatışmaları ve meslek yaşamını AGOS okurlarıyla paylaştı.
Önce bize biraz kendinizi tanıtır mısınız? Ermeni bir baba ve Fransız bir anne. İki kimlikli olmak nasıl bir duygu?
Bakın ben 33 yaşındayım, Ermeniyim ve Ermeni soyadı taşıyorum. Fakat itiraf etmeliyim ki, 25 yaşına kadar Ermeni kimliğimden uzak yaşadım. Bunun da nedenleri vardı tabii ki. Örneğin dil çok önemli, bir milleti, bir kimliği oluşturan başlıca unsur diye düşünüyorum, ana dili çok önemli... Ana kucağında fısıldanan ninniler, öyküler, dünyaya gözünü açar açmaz duyduğun dil...
Fakat ne yazık ki ben Ermenice bilmiyorum. Ana dilim Fransızca. Perpignon'da doğdum, 23 yaşına kadar Fransa'nın güneyinde yaşadım. Kasabada çok az Ermeni vardı, dolayısıyla da çocukluğum Ermeni çevresinde geçmedi. İlkokulu ve koleji Perpignon'a 30 km. uzaklıkta, Norbönne'daki Fransız okullarında tamamladım.
Peki ya akrabalar, hiç Ermeni akrabanız yok mu?
Üç tane amcam var, gerçi onların eşleri de Ermeni olduğundan kuzenlerimle birlikteyken Ermeniceyi duyma fırsatım oluyordu. Şimdi de sanırım neden onlardan uzak kaldığımı soracaksınız.
Aslında doğruyu söylemek gerekirse aile ortamından uzak kalmamın asıl nedeni, Ermeni ailemin muhafazakâr oluşuydu. Bense sahne sanatlarını seçmiştim. Bu onlara çok ters geliyordu. Babama da tabii. Dolayısıyla da onlardan uzaklaşmıştım.
Annemin Fransız oluşunu en büyük şansım olarak görüyordum. Gerçi babama geri kafalı da diyemem, örneğin biz babamı ikna edebiliyorduk, fakat amcalarımın mesleğimden hoşnutsuzluk duyması babamı da etkiliyordu. Onlarla görüştükten sonra tamamen farklılaşıyordu. Ermeni ailem oyunculuk mesleğine tamamen karşıydı.
Demek bir süre Ermeni kimliğinizi reddettiniz...
Mecburdum... Buna pek de reddetme demeyelim, sadece uzak kaldım. Aslında Ermeni kimliğimden değil baskıdan kaçıyordum. Sonuçta bu benim yaşamımdı. Fakat içimde sürekli çeliştim. Anlayamadığım bir boşluk vardı ve bu yüzden psikolojik tedavi gördüm.
Sözlerinizden özgürlüğünüze düşkün olduğunuz anlaşılıyor...
Kesinlikle. Sanata olan ilgim çok küçük yaşlarda başladı. Tiyatroya müthiş bir ilgi duyuyordum, tabii şarkıcılığa da... Liseyi bitirdikten sonra da Toulouse'a giderek konservatuarda Dramatik Sanatlar'a devam ettim. Orada üç yıl boyunca tiyatro ve dans eğitimi aldım.
Mezun olduktan sonra da yine Toulouse'da bir kumpanyada çalışmaya başladım. Fakat bir süre sonra oralar bana dar gelmeye başladı, küçük bir yerdi, herkesi tanımıştım. Artık farklı soluklar duyumsamalıydım.
Fransa'da her zaman şöyle söylenir: "Bir sanatçı mutlaka Paris'ten geçmeli." Doğrusu Paris benim için sadece bir kültür merkezi değil, aynı zamanda da özgürlük demekti.
Sonuçta bu benim hayatım dedim ve Paris'in yolunu tuttum. Burası büyükşehirdi, her şey çok daha zordu, kendimi kalabalıklara kabul ettirmek kolay olmadı. Paris'te tiyatronun yanı sıra müzikle de yakından ilgilenmeye başladım, solfej ve şan dersleri aldım.
Bir yandan yaşamımı sürdürebilmek için garsonluk, tezgahtarlık gibi işler de yaptım. Zamanla kendimi kanıtlayınca klasik tiyatro yapıtlarında rol almaya başladım. Bir süre sonra arkadaşlarla bir müzik grubu oluşturduk ve konserler vermeye başladık. Ardından turnelere katıldım ve tüm Fransa'yı gezdim.
Yeteneğinizi kanıtlamak babanızın mesleğinize olan bakış açısında ne gibi değişiklikler yarattı?
Sevgili babacığım Alain Balabanyan her zaman benimle gurur duydu, fakat nedense bunu hiçbir zaman bana açıkça ifade etmedi ve bundan sonra da etmeyeceğinden eminim. Ben sahnedeyken sık sık yanındakilere dönerek "İşte bu benim kızım" dediğini biliyorum.
Şu anda Ermeni sorununu inceleyen tamamen farklı bir projeyle karşımızdasınız. Yıllarca uzak kaldıktan sonra sizi Ermeni kimliğinizi sorgulamaya iten neydi?
Ermeniydim, Ermeni soyadı taşıyordum, fakat Ermeni sorunu hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Babaannem belki de bizleri korumak için bu konuda susmayı yeğlemişti. Aslında doğru olmadığını düşünüyorum.
Ermeni kimliğim konusunda hiçbir şey bilmemek beni büyük bir boşluğa itmişti. Varoluşu sorgulamaya başlamıştım. Fransız kimliğim ağır basıyordu, fakat sonuçta ben Ermeniydim. Her şey yolunda gibi görünse de, gitmeyen bir şeyler vardı, kendimle barışık değildim. O dönemde psikiyatra gitmeye karar verdim.
Ve nihayet 1998 yılıydı... Bir sabah Paris'te yolda yürürken ansızın telefonum çaldı, arayan arkadaşımdı, adeta haykırıyordu: "Tebrikler Sofi, hemen bir Le Monde gazetesi al ve oku". Tabii ki çok şaşırmıştım, neler oluyordu? Hemen bir gazete satın aldım ve büyük puntolarla atılan manşeti okudum: "Fransa Ermeni Soykırımını Tanıdı".
Tek kelimeyle yıkıldım, şok geçiriyordum. Soykırım! Dehşete düşmüştüm, ailem bundan hiç söz etmemişti, korkunç bir dramdı bu. O anda kaldırıma yığıldım ve bütün gün ağladım. Takip eden günlerde ise kabuslar görür olmuştum, gözümün önünde göç edenler, ölüler... Neydi tüm bunlar?
Psikiyatrıma Ermeni olduğumu söylediğimde, "Sonunda"! diye adeta feryat etti... Hiç şaşırmamıştı, bana babaannemin nasıl Fransa'ya geldiğini sordu ve ben bilmiyordum. Gerçekleri öğrenmeliydim, düşlerim, kabuslarım ancak böylelikle sonlanabilirdi. İşte o günden sonra geçmişi sorgulamaya karar verdim.
Internetle başladım, aileme döndüm, insanlara sordum, her seferinde inanılmaz şeylerle karşılaşıyordum. Bazıları benim için dayanılmazdı. Başlangıçta çok korktum nasıl bir hikayeyle karşılaşacaktım? Ve zamanla gerçeği öğrendim, katliamlar, dramlar, tüm bu ölüler.Artık hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım, sonuçta onlar benim halkımdı.
Türkiye'nin olaya bakışı da ilgimi çekmişti, acaba tüm bunlar neden inkar ediliyordu? Sonuçta 90 yıl önce olanlardan bugünün halkı sorumlu tutulamazdı. Ve bu belgesel film projesini planladım. İşte şimdi o yüzden karşınızdayım.
Her şeyden önce babaannemin göç ettiği yolları tanımak istiyorum. Bu yüzden Ankara'ya 30 km. uzaklıktaki Istanoz'dan başlayarak Anadolu'yu aşıp Suriye'de Der-Zor'a ulaşmayı planladık.
Sanırım Türkiye'ye ilk gelişiniz. Gelmeden önce çekinceleriniz var mıydı? En çok nelere şaşırdınız?
Doğrusu vardı. Zaten Türkiye'ye gideceğimi duyan Fransa'daki Ermeniler tarafından son derece dikkatli olmam konusunda sürekli uyarılmıştım. Çekiniyordum, fakat film projesi de benim için çok önemliydi. Kendi kendime sürekli objektif olmam gerektiğini telkin ediyorum. Fakat doğruyu söylemek gerekirse paranoyalardan kurtulmak pek de kolay olmuyor.
Babaannem Türkiye'den Fransa'ya gemiyle gelmiş. Bu yüzden ben de gemi yolculuğunu tercih ettim, bir bakıma da seyahatimin uzun sürmesini diliyordum, zira çekincelerim vardı gelmeden önce... Yüzlerce soru vardı kafamda... Hatta otele arkadaşımın pasaportuyla kayıt yaptırdık, Ermeni olduğum anlaşılmasın diye...
Peki ya şimdi?
Her şey normal, son derece rahatım, İstanbul'u geziyorum ve korkularımın yersiz olduğunu anladım. Anadolu'ya geçtiğimde umarım orada da hiçbir sorun yaşamam. İstanbul'da beni en çok şaşırtan ise başı örtülü kadınların çokluğu oldu. Bu kadarını beklemiyordum, özellikle de genç kızların örtünmesine daha çok şaşırdım...
Bu söyleşiden sonra tekrar buluşmak üzere vedalaştık Sofi Balabanyan'la. Şu anda genç oyuncu babaannesinin geçtiği yollardan Suriye'ye doğru ilerliyor. Tanıdık bir yüz görmek umuduyla Halep'teki Ermeni mahallesini de ziyaret edecek.
Tüm bu yolculuk sırasında Sofi Balabanyan'ın yoğun duygularla sarsılacağı kesin. Anadolu, Suriye ve Der-Zor... Babaannesi Nuranik'in yıllar önce yaptığı yolculuğun bir benzerini gerçekleştirmek üzere Fransa'ya Türkiye üzerinden dönecek olan Balabanyan, yine geldiği gibi sessizce bir gemiye binerek Marsilya'ya doğru yol alacak. (MS/BB)