Ne Yapmalı
* 36 Beyannamesi denilen başımızın belası uygulamaya karşı cemaat
olarak, başlangıcından günümüze, doğru dürüst bir mücadele verip
vermediğimizi sorgulamakta yarar var. Bu sorgulamayı özeleştiri
süzgecimizden geçirmek en azından bundan sonra yapabileceklerimizin
ilk adımı olabilir.
* Sorunun ortaya çıkışı, neredeyse bugün orta yaşın üstündeki kuşağın
dahi zor anımsayacağı ayrıntılar içeriyor.
* Başlangıç için altmışlı yılların ikinci yarısına kadar gitmemiz
gerekiyor ki, eminim bugün cemaatin yönetim kadrolarında oturanların
büyük çoğunluğu o tarihte benim gibi kısa pantolonluydu ve içimiz
rahat edecekse eğer, sizi temin ederim ki hiçbirimizin sorunun
başlangıç noktasında herhangi bir sorumluluğu yoktu.
***
* Uygulamanın ilk adımları 1965 sonrasında idari ve bürokratik ayak
oyunlarıyla başladı.
* O dönemde vasiyet ya da bağış yoluyla gayri menkullerin edinilebilmesi
için Valilik vakıf yöneticilerine bir yetki belgesi verir, yöneticiler bu belgeyle mahkemeye taraf olarak iştirak eder, ardından da mahkemenin verdiği olumlu kararla tapu dairesine gider, sonuçta da mülkü kilise vakfının tapu siciline kaydettirirlerdi.
* İlkin Valilik yetki belgesi vermemeye, ardından da tapu daireleri
tescil işlerini yapmamaya, savsaklamaya başladılar. Ne var ki tüm bu
bürokratik engeller ve idari keyfilikler hukuki bir zemine oturmadığı
için fire verebiliyor, bağımsız mahkemeler olumlu kararlar vermekte
ısrarlı olabiliyorlardı. Derken 1974 yılında o meşhur Yargıtay
kararı "Azınlıkların gelişmemesi gerekir" diyen zihniyetin imdadına
yetişti ve idarenin zorlanmakta olduğu operasyonları bu kez yargı
üstlendi. Bundan sonrası ise malûmunuz...
* İdarenin, kendi hukuksuz tasarruflarını yargının hukuki görünümüne
ihale etmesiyle ve her seferinde savunma olarak da "Ne yapabiliriz
ki, yargı bağımsız" savuşturmasıyla bugünlere kadar gelindi.
***
Peki bu arada cemaat ne yaptı?
* Cemaat da bir başka biçimde konuyu yargıya ihale etmekle yetindi ve o
kadarla da kaldı. Nasıl olsa ortada birkaç avukat vardı onlar varsın
bu işle uğraşsınlardı. Uzunca süre davaların kaybedilişini
avukatların beceriksizliğine, pasifliğine bağlayanlar bile oldu. Az
mı işittik "Bizim bu avukatlardan birşey çıkmaz canım, adamlar
hakimin karşısında iki laf etmekten korkuyorlar. Tutacaksın şöyle
Türk bir avukat, isim sahibi, işini bilen birini bak nasıl
hallediyor" ninnisini. Az mı gördük, kendi vurdumduymazlıklarını
avukatlara yakıştıranları ve başka bir şey yapmayıp sadece bu
kadarcıkla yetinenleri.
* Bu söylemi bugün bile sürdürenler hiç de azınlıkta değiller. Oysa
onların içinden birileri çıkıp da, örneğin avukatlık yaşantısının
neredeyse kırk yılını bu tür davalar içinde harcamış bir Diran
Bakar'ın dosyalarına göz gezdirseler, orada yapılan haksızlıklara
karşı söylenmemiş tek bir sözün kalıp kalmadığını da net olarak
görebilecekler.
***
* Haksızlık etmemek için belirtelim ki, yargı dışında yollar da
denenmedi değil. Zaman zaman ortaya çıkan "adamı olan" yönetici
tipleriyle, Ankara'ya yapılan ziyaretlerden tutun da, Patriklik
makamının devlet erkanına sunduğu raporlarda sorunu her keresinde
dile getirişi gibi...
* Ama tüm bunlar her şeyin yapıldığı, artık yapılacak bir şeyin
kalmadığı anlamını içermiyor.
* En azından böylesi bir ümitsizliği azmetmemiz bizden beklenmemeli.
* Biz cemaatin bu haklı davasında daha yapacağı çok şeyin olduğuna
inanıyoruz.
* Özellikle de hiç kullanmadığımız yurttaşlık haklarımızın önemli bir
kısmı en bakir haliyle olduğu gibi dururken...
* Bizim kanaatimizce, cemaat ne kurumlarıyla ne de bireyleriyle, bu
yaşamsal sorununa tam manasıyla henüz sahip çıkmış değil. Sahip
çıkmanın başlangıcı da yurttaşlık hakkımızın o temel ve ilk hakkını
tüm sınırlarını zorlayarak kullanmaktan geçiyor.
* Sesimizi duyurma hakkı...
***
* Kimimiz iki satırlık faks mesajıyla, e-maille, kimimiz yazacağımız
ayrıntılı raporlarla, derdimizi devlet erkanının en sorumlu
kademelerine, siyasilere çekinmeden dile getirebilir ve hakkımızı
ısrarla arayabiliriz.
* Gerçekten bizlere büyük bir haksızlık yapılıyor ve bu durum anayasal
eşit yurttaşlar söylemiyle hiç bağdaşmıyor.
* Cemaatin başlangıcından beri takındığı iki tutum vardı...
* Biri ürkeklik, diğeri boşvermişlik. Biz ikisini de reddediyor, yurttaş
ve insan olma hakkımızı kullanmak istiyoruz.
* Sorununun çözümü ne Avrupa Birliği'nin, ne de başkalarının
ellerinde...
* Sadece ve sadece bizlerin iradesinde.
(NM)