Bu ilke, devletin kişiye karşı yükümlülükleri dışında, yatay ilişkilerde bireylerin karşılıklı saygısını gerektirir. Ulusların imgeleminde ise, İnsanlık (Humanite) karşımıza çıkar.
"Eğer İnsanlık, Devlet üzerinde haklara sahipse, aynı şekilde insana karşı da sahip. İnsanlık, ondan, diğer insanların haklarına saygı duymasını bekler; zira, başkalarının haklarını ihlal, kendininkileri de tanımadığı anlamına gelir". (R.-J. Dupuy). İşte, İnsanlığa karşı işlenen ve zaman aşımına uğramayan suçların temelinde yatan düşünce bu. İnsan hakları (İH) ve insancıl hukukun, yatay ilişkilerde uygulanmasını açıklayan da bu.
İH'nı savunmak, sadece kendinin değil, başkalarının haklarını savunmayı da üstlenmektir. "Biz hepimiz, her şeyden, herkese karşı sorumluyuz" diyordu Dostoyevski. Bu düşünce, günümüzde, "herkes için, her zaman ve her yerde geçerli" olan İH demetine denk düşmüyor mu?
İH'nın güvencelenmesinde; devlet-birey ilişkisine, insan-insan (yatay) ilişkisi eklenmiş; bunun ötesinde, birey-çevre ilişkisiyle, İH'nın ülkesel boyutu ortaya çıkmıştır.
İşte bu bağlamda, "insan onuru" temelinde kişinin bedeni ve düşünsel özgürlüğü öne çıkar. İfade özgürlüğünün sınırları yok mu? Kuşkusuz, kamusal ve toplumsal sorunlara yönelik açıklamalar -özel yaşama ilişkin beyanlar karşısında daha güçlü bir korumadan yararlansa da-, şiddete çağrı, ırkçılık ve ayrımcılık, hoşgörüsüzlük, hakaret ve sövmeyi dışlar.
Türkiye'ye gelince; bu genel gözlemlerle örtüşme ve uyumdan çok, ayrışmadan söz edilebilir. Düşünce suçu yaratan hükümler, ne 301 ile sınırlı, ne de TCK ile. M. 301, farklı düşünenlere karşı sadece suç değil, insan yaşamına son vermeye varan terör ortamını da yarattı. Toplum göz göre göre adeta bir iç savaşa sürükleniyor...
M. 301 sorunsalını İH'nda yeni eğilimler ışığında çözmek için ne yapmalı? Önce 301'in iki derin çelişkisini yineleyelim: ceza yasaları, ırkçılığı yasaklar ve cezalandırır; ancak 301'in kendisi, ırkçı ve ayrımcı bir zihniyeti yansıtıyor. Sonra, devletin bireylere karşı mutlak üstünlüğünü, üstelik kurumlar arası eşitçi olmayan bir temelde öngörüyor.
Bu nedenlerle, m. 301 kaldırılmalı. "Başka maddeleri bulurlar" gerekçesi, yanlış değil. Örneğin, m. 216 bile uygulamada tamamen tersi yönde okunabiliyor. Yine de, m. 301'in kaldırılması, düşünceye karşı estirilen terörü ileri derecede azaltır; çünkü, m. 301 uygulaması, "aşağılama" cezalandırma yerine, farklı düşünceye karşı "korku"ve "nefret"] yansıtıyor. Eğer m. kaldırılmayacaksa, aşamalı şu somut öneri yapılabilir: "Türklük" yerine konması önerilen "Türk milleti", gelinen nokta ve yaşananlar ışığında sorunu çözmek bir yana, daha da derinleştirebilir. Bunun yerine, "Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları" veya "Türkiyeliler", korunan değerler olarak önerilebilir. Fakat, kökten çözüm, İH'nın özneleri ve -ceza hukukunun geçirdiği evrim ışığında- koruduğu değerler bağlamında "insanlık" deyimini koymak.
Böylece, bütün dünyada yaşayan Türkleri koruyan (ama, ülkedeki farklı kökenlileri dışlayan) düzenleme, Türkiye ve dünya ekseninde tüm İnsanlığı kucaklayacaktır. Bu durumda, korunandan çok, hakaret-sövme eyleminde bulunan kişinin yaptırıma tabi tutulması öne çıkacağından, İH eğitiminin amacına da katkıda bulunulmuş olur. Örneğin, söven bir milletvekiline yaptırım uygulanması, muhatabın kimliğinden daha önemli.
Öte yandan, kurumlar arası ayrımcılık ve ayrıcalık yaratan 301, "insan, devlet için vardır" zihniyetini meşru kılıcı bir düzenlemeye sahip. "Türklük" nitelemesi ise, benzer bir çıkmazı da gözler önüne serer gibi: sanki, ülke belli bir ırk için yaratıldı. Oysa tam tersi, Türkiye, ülkesinde yaşayan "herkes" için vardır. Bu nedenle, Ceza Kanunu herkesi eşit olarak koruduğu ölçüde, ulus-devlet temelinde egemenlik yetkisinden söz edilebilir. Böylelikle, İHEB'in ruhu, yani İH evrensel düşüncesi, BM'nin onurlu bir üyesi olmakla övünen Türkiye'nin Ceza Kanunu'na yansıtılmış olur.
Sonuç olarak, "insan devlet için, Anadolu toprakları da belli bir ırk için yaratılmıştır" çıkmazından sıyrılmanın yolu, İnsanlıktan geçer. Şu halde, var mısınız İnsanlık için?