Yılın ilk 9 ayında yüzde 9.7'lik büyüme yaşanmasına karşın, aynı dönemde istihdam artışı sadece yüzde 2'de kaldı. 2003'te de ekonomi yüzde 6 büyürken istihdam yüzde 1 azalmıştı. 2004 Temmuz-Eylül aylarını kapsayan bu yılın üçüncü üç aylık döneminde işsizlik oranı yüzde 9.3'e kadar yükseldi. Ekonomideki yüksek büyüme, işgücüne 526 bin kişinin katıldığı son bir yılda sadece 463 bin kişiye yeni istihdam yaratırken, yüzde 4 olan eksik istihdam ve işsizlik oranının toplamından oluşan atıl işgücü oranı ise, yüzde 13.5 düzeyinde seyretti.
İşsiz sayısı, 2 milyon 328 binden 2 milyon 390 bine çıktı. İstihdam sevmeyen bu büyüme sonucu bir işte çalışanların sayısı 22 milyon 411 binden, 22 milyon 874 bine ancak çıktı. Yüksek büyüme sadece 463 bin kişiye yeni istihdam sağladı.
Yüksek büyüme hızına rağmen açık işsizlik yüzde 9.3 dolayında. Eğitimli nüfus işsizliği ise önemini artırıyor. Üniversite mezunları arasında işsizlik oranı yüzde 10.6'ya çıkarken lise mezunları arasında işsizlik oranı yüzde 14'e yaklaşıyor.
İşsizlikte kadın ve erkek eşitlendi ve iki cinste de işsizlik oranı yüzde 9.5 olarak belirlendi. Kentlerde açık işsizlik oranı görece azalsa da yüzde 13.2 olarak ciddiyetini korudu.
İstihdamda devletin yeri daralıyor. 2003'ün başlarında devlette çalışanlar, özel sektör çalışanlarının yüzde 20'sine yakınken 2004'ün üçüncü çeyreğinde yüzde 15'ine indi. Yirmi sekiz ayda kamuda istihdam 521 bin kişi azaldı.
Kayıtdışında genişleme
Kayıtdışı istihdam genişledi ve ücretli, yevmiyeliler arasında 4 milyona yaklaştı. Kayıtdışı çalıştırma, ekonomiye düşük ücret maliyeti, dolayısıyla rekabet gücü sağladığı için resmi makamlarca da zımnen hoşgörülüyor.
Türkiye'de 22 milyon 874 bin iş sahibi nüfusun yüzde 55'i bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı bulunmuyor. Bunların 4 milyon 858 bini ücretsiz aile işçisi olarak çalıştığı için herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kaydolma zorunlulukları bulunmuyor. Ancak geri kalan yaklaşık 8 milyon kişinin ise yasalar gereğince SSK ya da Bağ-Kur'a kayıtlı olmaları gerekiyor.
Kayıt dışındaki her bir çalışan nedeniyle devlet, yıllık 2.7 milyar liralık prim ve vergiden yoksun kalıyor. Bu, toplamda 20 ktr TL'lik bir kayıp demek.
Enflasyon ve gelirler
Enflasyonda hedeflere ulaşılırken ücret artışları düşük enflasyonla da başedemedi.
Yılın ilk 11 ayındaki toplam artış TÜFE'de yüzde 8.83 olarak gerçekleşirken, TEFE'de yüzde 13.69'a kadar yükseldi. Geçen yılın ilk 11 ayında TÜFE yüzde 17.33, TEFE ise yüzde 13.23 oranında artmıştı.
Hükümetin 2005 programıyla yüzde 10 olarak revize ettiği 2004 yılı yıllık TÜFE artışı hedefinin gerçekleşebilmesi için Aralıkta fiyat artışının yüzde 1'de kalması gerekiyor. TEFE'de ise yüzde 13.5'e çıkarılan hedef şimdiden aşıldı. Yıl başında her iki endeksteki yıllık artış da yüzde 12 olarak hedeflenmişti.
Enflasyon yüzde 10'a kadar geriletilmekle beraber, reel ücret artışları, son üç yılın kayıplarını telafi edemedi. Üretimde çalışan kişi başına reel ücretlerde 2004'ün ilk dokuz ayındaki ortalama reel ücretler geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2.1 oranında artış kaydetti. Ancak reel ücretlerde 2001'de yüzde 14.1, 2002'nin tümünde yüzde 6.3 ve 2003'ün tümünde de yüzde 6.3 oranında reel azalma yaşandığı için, kayıplar telafi edilemedi. Bu yılın ilk dokuz ayındaki reel ücretler 2000'deki düzeyinin yüzde 25 altında seyrediyor.
Reel ücretlerdeki bu azalış imalat sanayi sektörünün reel maliyetlerini önemli ölçüde azaltıyor. Bu nedenle de sektör TL'deki yüksek oranlı değerlenmeye rağmen düşük reel ücretlerle sağladığı avantajla ihracatını artırabiliyor.
Uluslar arası Para Fonu (IMF) ile üzerinde mutabakat sağlandığı açıklanan yeni üç yıllık stand-by anlaşmasının temelini oluşturan Türkiye'nin 1 Aralık 2004'te Avrupa Birliği'ne (AB) sunduğu Katılım Öncesi Ekonomik Program'da, 2005-2007 döneminde de sıkı maliye politikasına devam edilmesi ve gelirler politikasının hedeflenen enflasyonla uyumlu şekilde tasarlanması nedeniyle çalışanların reel gelirlerinde önemli bir artış öngörülmediği" belirtildi.
Verimlilik kime?
İmalat sanayinde emeğin verimliliği 2001'in tümünde yaşanan yüzde 1.2'lik düşüşten sonra aralıksız artıyor. Ancak artan verimlilik, ücretlilere gelir artışı olarak yansımıyor. 2002'de ortalama yüzde 10.2 oranında artan üretimde çalışan kişi başına verimlilikte 2003'te da yüzde 4.7 oranında büyüme yaşanmıştı. Verimlilik artışı 2004'ün birinci üç aylık döneminde yüzde 11.1, ikinci döneminde ise yüzde 13.7 olarak gerçekleşmişti.
Reel ücretlerin, kamu harcamalarının, iç talebin ve fiyat artışlarının kontrol edilmesine yönelik bir ekonomi politikası olarak kullanıldığı son 5 yıllık dönemde, imalat sanayinde çalışan işçilerin reel ücretlerinde yüzde 15 oranında erime yaşandı. Sektörde çalışan işçi sayısı ise yüzde 4.32 oranında azaltıldı. Buna karşılık işçi başına ortalama verimlilik yüzde 26 oranında artarken sektörün üretim hacmi de yüzde 20.6 oranında büyüdü. Aynı dönemde Türkiye'nin gayri safi yurt içi hasılasında ise, yüzde 15.7 oranında bir büyüme kaydedildi.
DİE'nin 1997'deki ortalama değerleri 100 kabul ederek oluşturduğu imalat sanayi reel ücret, çalışan başına verimlilik, çalışan sayısı ve üretim endekslerinde 2000'den bu yana yaşanan gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, IMF programlarının bu anti-sendikal, anti-sosyal hedefinde "başarılı" olduğu görünüyor.
DİE'nin verilerinden yapılan belirlemelere göre 2000'de 110.2 olan reel ücret 2004'te 82.7'ye kadar gerilerken, aynı yıl 114.4 olan verimlilik endeksi ise 2004'ün ilk dokuz ayında ortalama 144.3'e kadar çıktı. 2000'de 89.1 olan imalat sanayi sektöründe çalışan işçilere ilişkin endeks 2004'ün ilk dokuz ayında 85.4'e geriledi. Buna karşılık 2000 yılında ortalama 102.1 olan imalat sanayi üretim hacmi endeksi 2004'te 123.1'e kadar çıktı. Sanayi sektörü, daha az işçi çalıştırıp, daha az ücret ödeyerek daha yüksek bir üretim sağladı.
1997 yılındaki GSYİH seviyesi 100 kabul edilerek oluşturulan GSYİH endeksi ise 2000-2004 yılları arasında yüzde 15.7 oranında büyüme kaydetti. Bu büyümenin altındaki üretim artışı tümüyle işçilerin verimliliğindeki artışla sağlanırken, bu ekonomik büyüme işçilerin refahına yansımadı aksine yoksulluğunu artırdı.
İmalat sanayindeki verimlilik artışı en fazla ihracat yapan sektörlere yaradı. Hem reel ücretlerdeki azalma hem verimlilik artışı hem de çalışan sayısındaki azalma nedeniyle önemli bir maliyet avantajı sağlayan sanayi sektörü, bu yolla rekabet gücü kazandı ve ihracatını önemli ölçüde artırdı. Bir anlamda Türkiye ucuz emek ihraç eden bir ülke konumuna geldi. Son yıllarda uluslararası piyasalarda enerji fiyatları ve ham madde fiyatlarındaki artışa rağmen reel ücretlerdeki küçülme ve verimlilik artışı sayesinde Türkiye ihracatını sürdürebildi.
Reel ücretler ve istihdamın mevcut düzeyi ile verimlilik artışındaki süreklilik, Türk Lirasındaki değerlenmeye rağmen Türkiye'nin ihracatını gelecek aylarda da sürdürebilmesine önemli bir katkı sağlayacak.
Bütçe üstünden adaletsizlik
Gelir bölüşümündeki eşitsizlik bütçe üzerinden de pekiştirildi. Gelirlerde yük yine ücretli ve tüketici kesime yıkılırken harcamalardan aslan payını faiz aldı, sosyal harcamalar yine düşük seyretti. 2004'ün ilk onbir ayında konsolide bütçe gelirleri 99 katrilyon liraya yaklaşırken, bütçe giderleri 123 katrilyon aştı. Bütçe açığı ise 24 katrilyonu aştı. Açık, 2003'ün eş dönemindeki 33 katrilyon 3 trilyon liralık düzeyine göre yüzde 26.1 oranında azaldı. Borç çevirmede büyük önem atfedilen ve birçok sosyal harcamadan yapılan kesintilerle oluşturulan faiz dışı fazla ise Ocak-Kasım döneminde 28 katrilyonu buldu.
Sözkonusu dönemdeki 123 ktr TL'lik bütçe giderlerinin 52.3 katrilyonla en büyük bölümünü faiz harcamaları oluşturdu. Personel giderleri 27 katrilyon, cari transferler 27 katrilyonu buldu. Memurlar bütçeden yine önceki yılda bütçeden aldıkları payda (yüzde 21.5) kaldılar.
Sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferler 18 katrilyon, tarımsal destekleme ödemeleri 3 katrilyon, sağlık harcamaları 2 katrilyon lira düzeyinde oluştu.
Tarım, 2003'te yüzde 2.3 küçülmüştü. Bu yıl da küçülme devam etti ve 2005 de küçülme bekleniyor. Böylece üç yıl üstüste küçülen tarım kesiminde önemli bir yoksullaşma da yaşanıyor. Bu kesime verilen bütçe desteği ise 3 katrilyonda yani faize ödenenin yüzde 6'sında kaldı.
Bütçe, bir borç çevirme odaklı bütçe olma kimliğini 2004'te de korudu. Milli gelirin yüzde 6.5'i oranında faiz dışı fazla yaratma hedefine ulaşılırken, bu hedef için sosyal harcamalar azaltıldı, kamu yatırım payı daha da düşürüldü.
Bu arada, toplam vergi yükünde, dolaylı vergilerin payı yüzde 70'i aşarken, özellikle 80 milyar dolara yaklaşan ithalattan alınan KDV ve ÖTV'lerin vergi gelirlerini artırdığı görüldü. Dolaylı vergi ile, eşitsizlikler büyürken şirketlerden alınan kurumlar vergisinin yükünde ise, dikkate değer bir değişim olmadı ve kurumlar vergisi, toplam vergilerde yüzde 10 dolayında bir pay aldı. Gelir vergisinde de ağırlıklı yük yine ücretli kesimin üstünde kaldı.
Dolayısıyla, bütçe üstünden de bölüşüm ücretli ve dar gelirli kesimler aleyhine seyretti. Gelirler dar gelirli kesimden,tüketiciden toplanırken harcamalarda faiz yine bütçenin yarısına yakınını götürdü ve sosyal harcamalar azaltıldı, kamu yatırımları yine ertelendi. (MS/BB)