Ünlü ressam Erdal Alantar Paris ekolünün son temsilcilerinden. Ortaokuldan beri resimle iç içe. O kendini bütün renklerden, figürlerden, biçimlerden arındırmış ve onların sınırlarına tutsaklığı reddetmiş. Fransa, İtalya, Almanya, Hollanda, İsviçre ve Türkiye'de 130'un üzerinde bireysel sergi, bir o kadar da karma sergiye katılmış, önemli ödüller almış.
2 Mart'a kadar Art Point Gallery'de gezilebilecek "Hayatım'ın Sevinç'i" retrospektifini 2011'de kaybettiği piyanist eşi Sevinç Hanım'a adamış. Sergi vesilesiyle Alantar ile buluştuk hayatını, sanatını ve Sevinç Hanım'a aşkını dinledik.
106 resmin yer aldığı Hayatım'ın Sevinç'i nasıl ortaya çıktı?
O eserleri karım öldükten sonra yakacaktım. Karım ölmüş ne lüzum var bunları yaşatmaya diyordum. Son sergi çok güzel oldu, beni Türkiye'de yerime koydu. Halk yalnız soyutu değil, nereden geldiğimi de gördü. Çok güzel insanlar, ressamlar tanıdım.
Senelerce sergilerde kokteyller verilir ya aklıma boza geldi. Ben de özlemiştim o yüzden açılışta boza ikram ettik, hem de leblebili.
Resme nasıl başladınız?
Kadıköy'de orta üçteyken sınıfa müfettiş geldi. Çok güzel kara kalem yeteneğim vardı. Herif gorile benziyordu, ben bunu çizdim. Of ne güzel olmuş! Arkadaşlar elden ele dolaştırırken ön sıraya kadar gitti o resim ve müfettişin eline geçti.
Müfettiş kimin yaptığını sordu. Hocamız "Yapsa yapsa 19 Erdal yapar" dedi. Ben bembeyaz ayağa kalktım. Hocam Saim "Sayın müfettişim Alantar'ın cezasını ben vereceğim" dedi.
Meğer hocam akademiden Halil Dikmen'in arkadaşıymış. Beni kulağımdan tutup ona götürdü, "Sana istidatlı bir genç veriyorum" dedi. Böyle başladım dünyama.
Eşinizle nasıl tanıştınız?
Güzel Sanatlar Akademisi'nde Cemal Tollu ve Halil Dikmen'den ders aldım, altı sene resim yaptım. Anatomi, perspektif, sanat tarihi derslerimiz diğer bölümlerle ortaktı. Hatta Zeki Müren, Ayhan Işık, Senih Orkan, Faruk Geç, Günseli Başar ile sınıf arkadaşıydık.
Dekor kısmında Sevinç Doral diye bir piyanist kız vardı. Büyük akortlu piyanoda korkunç Franz Liszt çalardı. O ortak derslerde ben Sevinç'i keşfettim.
İkimiz de aynı anda mezun olduk. Sonra evlendik. Başlarda Kadıköy'deki flörtlerimi anlatırdım karıma. O da "Bu yapılır mı" diye kızardı. Sonra birbirimize çok aşık olduk.
İtalyan hükümeti bana bir sene Michelangelo tetkiki için burs verince birlikte Floransa'ya gittik.
"Buradan Michelangelo geçti"
İtalya'da bir sene nasıl geçti?
Türkiye'den trene konserveler, barbunyalar, zeytinyağlı dolmalarla bindik. Bavullarla gülle gibi düştük İtalya'ya. Bir hafta onları yedik buz gibi. Hatta pansiyona verecek paramız bile yoktu da, pansiyon sahibi burs kağıdını görünce bizi kabul etti.
Orada hep çalıştık ve para biriktirdik. Boyuna Michelangelo'yu tetkik ettim. Ressamlarla konuşurken onun hakkında kitaplarda yazmayanları bile öğrendim. Mesela pis kokan biri geçince "Buradan Michelangelo geçti" derlermiş. Çünkü dört sene fresk yapmış ve varisleri varmış. Köpek derisini varislerine sarıp rahat çalışırmış ama leş gibi de kokarmış.
Resim yaparken hiç tıkandığınız oldu mu?
Floransa'da başta kabız oldum, altı ay resim yapamadım. Hatta Sevinç, ressam arkadaşımız Sabri Berkel'e dert yanmış. Sabri o zaman kafasını işaret edip "Yok o burada yapıyor" demiş. Bir daha da olmadı.
"Soyut resim pürdür, içten gelir"
Başlarda nasıl resimler yapıyordunuz?
Başlarda karakalem karikatürler, atlar, ayaklar, kapı tokmakları yapıyordum. Uyumazdım çok çalışırdım. İstidat öyle pat diye gelmiyor, çok çalışmak lazım.
Yağlıboyaya geç başladım. Kadıköy, Kurbağalı Dere, Fenerbahçe, Moda Burnu resimleri yaptım. Fenerbahçe'de ağaçlıklı çok güzel bir viraj vardır, orayı yağlı boya yapmıştım. Şimdi orada kocaman bir lokanta var. Diyorum ki adamı çağırayım. "Sen burayı satın almadan önceki toprağımız buydu" diye göstereyim.
Soyut resmin önemli isimlerindensiniz. Size sormayıp da kime soracağız: soyuttan ne anlamalıyız?
Dört otomobilin manevralarının karda bıraktığı iz düpedüz soyuttur. Bir de hakiki soyut ne biliyor musun? İşçiler cam taktıktan sonra diğer işçiler camı fark etsin diye sulu kireçle iz bırakır ya camın üzerine, odur işte. Çünkü o pür, içten geliyor. Nasıl yapsam, böyle yaparsam bu form nereye gider, diye bir düşünce yok.
Soyut resmin bir iyiliği vardır. Paris'te bir ressam komşumuz vardı, resimlerini hiç görmemiştim. Fakat birbirimizden malzeme ödünç alırdık. Bir gün beni çağırdı. Soyut bir resim yapmış. "Çabuk bak. Ne düşünüyorsun" dedi. Ben de niye telaşlandığını sordum. O zaman "Sen çabuk bak. Karım satılmıyor diye yasakladı bana soyut resmi" demişti.
O ressam bir resmi satmayınca hasta oluyormuş. Ben o zaman "25 senedir resim satmadım, ben resim yapıyorum" demiştim.
Hat figürlerine benzer figürler de kullanıyorsunuz.
Bayılırım Osmanlı tuğralarına. Ama Arapça bilseydim bu kadar aşık olmazdım. Mesela düşünsene İtalya'da İtalyanca bilmeden opera izliyorsun. Ne kadar güzel geliyor. Oysa kadın diyor ki "Kocacığıııım git kapıyı aç, arkadaşım geldiii". Felaket şey bilmek!
"Resim yaparken sinek uçmasın"
Nasıl resim yapıyorsunuz?
Bir kere kimse görsün istemem. Resim yaparken sinek uçmasın isterim. Müziği koyarım, konsantre olurum. Dinlerim dinlerim, işime neresi geliyorsa oradan kazak örer gibi başlarım. Müzik ve yağlıboya aşkım sayesinde etrafı unuturum.
Bir seferinde Fransa'da bir gazeteciye "Resim yaparken hiçbir bağ istemiyorum. Kemerimi, gömleğimi çıkarırım" demiştim. Gazeteci şunu anlamış: "Erdal Alantar'ın Paris'teki atölyesine kapısını çalmadan girmeyin. Dal taşak gezer" demiş.
Resimlerimi kasnakta yapmam, yere çakarım. Atölyemi göstermek istemem, dağınıktır. Bir kere çekim yapacaklardı televizyon için eşim topla demişti. Nasıl toplayayım? Toplarsam resim yapamam ki. Karım çıktığımda sokağı kirletmeyim diye kapıma paspas koyardı!
Resim bir ifade biçimi, Hala söylemek isteyip söyleyemedikleriniz var mı?
Var tabii. Kees Van Dongen diye bir ressamın yıllar sonra kapısını çalmışlar. "1911'de Paris'te yaşadığın Montparnasse var ya, ondan bahset" demişler. O aksi ressam gazetecileri "Beni neden geriye döndürüyorsunuz. Gelecekte nasıl resim yapacağımı sorsanıza" diye bir güzel azarlamış.
81 yaşındayım. Yaşadığım kadar resim yapabilmeyi isterim. Kafamda bazı resim türleri var, onları yapacağım. Bir kere kalınlık kurmak, rölyef koymak istiyorum. Kolajla uğraşıyorum. Bir dolu dosya biriktirdim. Göz, el, elma, armut... Onları ışık nereden geliyorsa, tam Rönesans resmi gibi kurguluyorum. En son Osman Hamdi'nin bir resmiyle ve İbrahim Çallı'nın bir resmiyle iki kolaj yaptım. İleride belki bir kolaj sergisi açarım.
"Şimdi altın kafeste gibi resim yapıyorlar"
Günümüz sanatı sizce nasıl?
Artık herkes induvidual (şahsi). Eskiden gruplar, ekoller vardı. Şimdi herkes kabuğuna çekilmiş, altın kafeste gibi resim yapıyor. Türkiye sanatı dev adamlarla ilerlemiştir. Şimdi de çok iyi resimler yapıyorlar. Yalnız biraz Avrupa kitapları kokuyor. O da olsun o kadar.
Sanatın ticarileşmesi de çok tartışılıyor...
Mesela Burhan Doğançay ressam değil, yağlıboya yapmasını bilmiyor, kendi de söyledi hatta, illüstrasyon yapıyor. Tabloları güzel, harika olabilir fakat "Fiyatı milyon dolar" dedi mi, ben ona "Ressam" demem. Futbolcu da ayda bilmem kaç milyon dolar alırsa ona "Sporcu" demem. Kırk parasız futbol oynuyor mu, o zaman alkışlarım.
Hatta Fikret Mualla'ya geleyim. Çorbama tükürmek istemiyorum ama Fikret Mualla'yı tanıdım ben. Şimdi hali vakti yerinde olanlar tayyareye biniyor, karısına kürk alıyor, hazır gitmişken bir tane de Fikret Mualla alıyorlar. O tabloların yüzde sekseni sahte.
Fikret Mualla yanımda imzasını attı, biliyorum. Kaç tane Fikret Mualla gösterdiler, hatta bir galeri var Paris'te her ay Fikret Mualla çıkarıyor. En sonunda dayanamadım galeri sahibine "Sen mi yapıyorsun" diye sordum. "Karım yapıyor" dedi.
1958'de Paris'e gittiniz. O süreç nasıldı?
Talebe bursuyla gittik Paris'e. Önce tanesi bir kuruşa sandıklar dolusu anahtarlık yaptık. O dönemde dört büyük galeriden Suzanne De Coninck'in galerisinde çalıştı karım. Vasiliy Kandinsky, Serge Poliakoff filan sergilenirdi o galeride. Galericinin Rubens'leri vardı fakat bizden daha ressamdı. Gelir yemek parası isterdi. Çünkü aldığı paraları ressamlarına dağıtmaya bayılırdı.
Paris'te Sevinç konservatuarda piyano hocalığı yaptı. Ben de hocalık yaptım. Çok yoğunduk bir dönem, birbirimize "Gelirken ekmek al, şarap al" diye mektuplar bırakırdık.
22 sene boyunca haftada üç gün resim dersi verdim. Talebelerimle de arkadaş oldum, onlardan çok şey öğrendim.
"Ağaç gölgesi severiz, limonata gibi serindir"
Resimlerinizin bazılarının karanlık olmasını Türkiyeli olmanıza bağlıyorsunuz.
Doğru, onu hep söylerim. Kuzey memleketleri cayır cayır renkler kullanır. Biz ağaç gölgesi severiz, limonata gibi serindir. Fransızlar hangi renkteki resimleri kimler alır diye anket yapmışlar. Fransızlar sarı, mavi demiş, Türkiye'den kahverengi çıkmış. Kahverengi o kadar güzel ki yanına ne koysan o renge kıymet verir.
Türkiye'ye neden dönmediniz?
Çocuk yaptık, torun oldu, ahtapot gibi yayıldık kaldık orada. Tatillerde Türkiye'ye geliyorduk. Bodrum'a, Büyükada'ya gitmezsem çatlarım ben mesela. Türkiye'yi güneş farz et. Ben işte buradan aldığımı Paris'in gri, yağmurlu havasında kullandım.
Bu ikilik sizi nasıl etkiledi?
Nerede resim yapıyorsan oradan etkileniyorsun. Mesela kocaman bir tuval alıp peyzaja çıkardım. Halbuki ne ağaca, ne göğe bakarım, soyut yaparım. O, benim için bir atmosfer değişikliğidir.
Bir keresinde Çamlıca'dayım, başladım resim yapmaya. Bıktım gök mavi, boğaz mavi; dedim Erdal at tekmeyi şuna, siyah yap. Göğü de siyah yap, Boğaz'ı da siyah yap. Arkamdan izleyenler bu ressam galiba ''Boğaz'ın Arabını (negatifini) çıkarıyor" dediler.
Siyah benim için en güzel renktir. Çünkü öbür renklere ışık tutar. Ne renk kullanırsan kullan, siyah attın mı hepsini diriltirsin.
Türkiye'de sanat tarihi eğitimi nasıl?
O biraz eksik. Mesela biz Yunan mitolojisine çok dikkat etmedik, çok da yazıktır.
Fransız Yunan'a aşıktır. Ama dünyada Mısır, Etrüsk, İnkalar var. Onlara gözleri kapalıdır.
Oysa parmaklarımız beş kardeştir, beşi de aynı ebatta olsa ne çirkin olur değil mi? Aslında hepsinin rolü ayrı. Amerikan sanatı desen Mark Rothko'lar, bir sürü ressam filan var ama ben Kızılderililerin çadırındakine Amerikan sanatı derim.
"Elim hastalanır, aynı şeyi tekrar edince"
Sanat tarihinde önemli bulduğunuz isimler kimler?
Picasso korkunç zeki biri. 11 yaşında büyükbabasının resmini yapmış, Rönesans'taki klasik ressamlar halt etmiş. O kadar kuvvetli bazı var. Picasso profil yaparken öbür gözü de cepheden yapıyor. Yalnız bunu Mısır sanatından almış.
Picasso bir gün köpeğinin resmini yapmış. Karısı da köpeğe hiç benzemediğini söyleyince karısına kağıda köpek yaz demiş. Sonra da bak bu köpeğe benzedi mi diye sormuş.
Rembrandt'ın mesela müritlerinden bir çocuğun kendi göğsüne yaslandığı bir tablosu vardır. Orada ressamın ellerinden biri kadın diğeri erkek elidir. Belki insan çift cinsiyetlidir gibi bir şey söylemek istiyor bize.
Genç ressamlara ne tavsiye edersiniz?
On sene benzer resimler yaptım. Elim hastalanır aynı şeyi tekrar edince. Bunun için ressamlara tavsiyem yaptıkları türden başka, tabiatın karşısında oturup realist, fotoğraf makinesi gibi bir ağaç resmi yapsınlar. O zaman soyut türlerine döndüklerinde daha sağlam olur.
Şimdi bana genç ressamlar geliyor. "Bana galeri bul, sergi açayım, TV, radyo, gazetede konuşayım" diyorlar. Arkadaş biraz ağır ol, önce biraz çalış, sürtüş öbürleriyle. (EG/YY)
Erdal Alantar 29 Ocak 1932’de İstanbul’da doğdu. 1949-56 yılları arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde öğrenim gördü. Piyano sanatçısı Sevinç Alantar ile 1954-55 senesinde akademide tanışıp evlendi ve 1958’de İtalya’ya gittiler. Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. Floransa ve Roma’da fresk üzerine çalıştı. 1959’da Paris’e yerleşti. 1968’de de Ancona Grafik Sanatlar Bienali’nde ikincilik madalyonu, 1970’te Fransa’da Val de Marne birincilik ödülü, 1980’de La Ville de Bayeux ödülü ve 1993’te En İyi Komposizyon ödülünü aldı. 1972-98 yılları arasında Fransa’da Plastik Sanatlar Öğretmenliği yaptı.