Beyoğlu İstiklal caddesinde, güvenliği sağlamak için ellerinde otomatik silahlarla gezen polislerden bir grup, birkaç kişiyi yere yatırmış, ellerini arkadan kelepçelemiş, çevrede biriken kalabalık da ne olduğunu anlamaya çalışıyor.
Derken, polislerin amiri olduğu halinden, tavrından belli olan genç, atletik yapılı polis, yakalayıp, ellerini arkadan bağladıkları adamlara avazı çıktığı kadar bağırmaya başlıyor.
Yakalanmış adamın diyecek tek sözü, itiraz edecek durumu yok. Ya haksız olduğu için sesi çıkmıyor, ya da polisten korktuğu için.
Hıncını alamayan polis başlıyor adamı tekme tokat dövmeye.
Vatandaşlardan bir iki homurtu yükseliyor.
Biri yakalanmış adamları döverken, öteki de çevrede biriken insanların üzerine yürüyüp "Dağılın lan, tiyatro mu oynuyo burda!" diye bağırıyor.
Kalabalık birkaç adım gerileyip duruyor. Ama kimse bir yere gitmiyor.
Bir iki dakika sonra ikinci dayak seansı başladığında kalabalıktan biri dayanamıyor ve en üst perdeden bağırıyor: "Ne yapıyorsunuz siz?"
Birden bütün polisler dönüp sesin geldiği tarafa bakıyor. "Kim lan o?" gibi homurtularla kalabalığın arasına karışıyorlar. Ama aynı anda çevredekiler de harekete geçiyor. Birden ortalık karışıyor. Halk, kadınlı erkekli, genci yaşlısı, polise çıkışıyor. Kimseyi dövemeyeceklerini anlatmaya çalışıyor. Polisler, yakaladıkları kişinin üzerinden çıkan bıçağı gösterip haklılıklarını anlatmaya çalışıyor. Ama halk, polislerden de, polislerin zannettiğinden de daha bilinçli: "Siz mahkeme değilsiniz, götürüp adli makamlara sevk edersiniz, göreviniz biter. Dövmeye ne hakkınız var?"
Polis, "Sen kimsin?" diyor. "Avukatım" yanıtını alınca "Buyurun öyleyse karakola" diyor bu kez. Bunun üzerine çevredeki yurttaşlar "Tamam, biz de gelelim karakola. Eğer bu kişiler polisten şikayetçi olursa, biz de şahitlik yaparız" diye atılıyor. Bu kez polis davetinden vazgeçiyor.
Biri "Bu yaptığınızı ancak Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) girmesini engellemeye çalışan bir ajan yapar!" diyor.
Bir başkası, "Unutmayın! Siz de bu üniformaları giyene kadar 'biz'diniz. Eşleriniz, çocuklarınız, hâlâ öyle..."... Polis bu kez sesini ve tavrını yumuşatıyor. "Biz hâlâ 'siz'iz" diyor.
Bir başkası, "Yarın aynı şeyi bana ya da başkasına yapmayacağınıza güvenmek istiyorum" diyor.
Ve hep susan, hep bakan, hep dinleyen halk, bu kez konuşarak, seyretmeyerek, iki kişiyi polis dayağından kurtarıyor.
Bu arada, yakalanan kişilerin "saldırısına" maruz kalmış vatandaş, dayakçı polisleri savunmaya çalışsa da, onun sesi gürültüye karışıp gidiyor.
Belki bir gün o da polisin görevlerini, yurttaşın haklarını anlar. (EÖ/BB)