Para cüzdanımın olmaması bile eve hırsız girme ihtimalini getirmiyordu da aklıma, kedinin elektrik düğmesine nasıl ulaştığına kafa yoruyordum.
Fotoğrafçı olarak iş bulmak için İstanbul'a gelen arkadaşım fotoğraf makinelerinin olmadığını söyleyene kadar da inanmadım eve hırsız girdiğine.
Para cüzdanım ve fotoğraf makinem yoktu. Arkadaşımın da cep telefonu, cüzdanı ve fotoğraf makineleri.
Sokağımızda 24 saat polis nöbet tutmasaydı, konsolosluk ikametgahı yüzünden sokağa araç parketmek bile yasak olmasaydı belki daha önce düşünebilirdim ama bir türlü inanamıyordum hırsız girdiğine.
Üstelik izlere baktığımızda hırsız elektrik direğinin gündüz gibi aydınlattığı sokakta eve, su oluklarına tırmanarak pencereden girmişti.
Polis çağırdım ve beklemeye başladım.
Pencerenin önünde şaşkın şaşkın olan biteni anlamaya çalışırken, bazı geceler penceremden çikolata atan polisi gördüm.
"Bula bula senin gibi garibanı mı bulmuşlar? Gel de şimdi falakaya yatırma bunları. Hep insan hakları yüzünden oluyor bunlar. İnsan hakları yokken yoktu böyle şeyler!" deyince tepem attı.
"Nöbetçi arkadaşın uyumasaydı hırsız girmezdi. Arkadaşının suçunu insan haklarına atamazsın!" diye sert bir biçimde söylemiş olmalıyım ki sustu.
Sonra polisler geldi eve.
Biri ifademi yazarken diğeri, "Dövünce kızıyorlar. Gel de dövme şimdi bunları!" dedi.
"Döverek mi önlenir hırsızlık? Kaç kişiyi öldürdünüz döve döve azaldı mı?" dedim.
"Yok öldürecek kadar değil tabii, ama başka türlü başa çıkılmaz bunlarla!" dedi.
Yakalayıp cezaevine atmanın ceza olmadığını, çünkü 3 ay içinde serbest kaldığını söylüyordu hırsızların.
Birinci polise göre hırsızlığın nedeni insan hakları iken, ikinci polise göre cezaların yetersizliği.
Her ikisine göre de çare dayak.
Kimsenin aklına yoksulluk ya da işsizlik neden gelmiyor diye merak ettim. Söylediğimde bana hak vermeleri de ilginç geldi.
Geceleri nöbet tutarken yediği çikolatayı benimle paylaşan polisin tavrı yeniden iyi-kötü kavramları üzerine düşünmemi sağladı.
Birinci polis, tanıyan herkesin "iyi bir insan" diyebileceği yardımsever, paylaşımcı bir insan.
İkinci polis için de eminim rahatça "iyi bir insan" deniyordur.
Dayak konusundaki düşünceleri olmasa, sevimli, sıcak yaklaşımları, başıma gelene üzülmesi yüzünden ben de "iyi bir insan" diyebilirim.
Peki insan hakları ve dayak konusundaki düşünceleri yüzünden onlara "kötü" diyebilir miyim kolayca?
İyilik ve kötülük insanın şiddeti kullanma ya da şiddete karşı tavrına mı bağlı?
Ya da sahip olduğu gücü nasıl kullandığına mı?
Sonuç olarak ben, birinci polise kızdım, ikinci polise kızdım, hükümete kızdım ama hırsıza kızmadığımı farkettim.
Nasrettin Hoca'nın fıkrasına benzedi bu durum; hırsızın hiç mi suçu yok?
Var tabii ki: İşsiz bir fotoğrafçının fotoğraf makinelerini çalmak.
Peki, işsizliğin yarattığı o hırsız bilseydi iş arayan bir fotoğrafçının fotoğraf makinesini çalar mıydı?
Hayır diyemiyorum bu soruya kolayca; evet çalabilirdi.
Herkes önce kendisini düşünmüyor mu?
Yağmur yağıyor şu anda.
Sesiyle ve görüntüsüyle mutluluk veriyor bana.
Tam bir mutluluk değil ama; kim bilir kaç kişiye mutsuzluk verdiğini bilirken bu yağmurun, huzurlu bir mutluluk olmuyor bana verdiği mutluluk.
Kim bilir kaç kişi duraklarda araç bekliyor şu anda ıslanarak;
Kim bilir kaç kişi evine dolan yağmur sularını boşaltmaya çalışıyor, mahvolmuş eşyalarına üzülmeye bile fırsat bulamadan;
Kim bilir kaç kişi korku ve endişeyle bekliyor, evine yağmur sularının dolmaması için dua ederek;
Kim bilir kaç kişi akan çatıdan giren yağmur sularının yok ettiği tek serveti kitaplarının acısıyla kavruluyor.
Bunların hepsi benim de başıma geldi defalarca.
Hep kötü şeylere mi sebep olur yağmur?
Dün gece de böyle yağsaydı belki de hırsız giremezdi, diye düşünürken, birden yağmur ve sakat olmak arasında ortak bir şey olduğunu farkediyorum.
Yağmur kötü bir şey olduğu için mi insanlar acı çekiyor yağdığı zaman?
Yoksa plansız, düşüncesiz kentleşme yüzünden çalışmayan kanalizasyon sistemlerinin sebep olduğu su baskınları yüzünden mi?
Yağmur güzel güzel yağıyor işte, suç yağmurun olabilir mi?
Sakat olmak kötü olduğu için değil ki sakatların acı çekmesi;
Tıpkı kötü olanın yağmur olmadığı gibi...
(NG/YS)